Fritz Mauthner

Dil Eleştirmeni Olarak Max Stirner

Almanca aslından çeviren: H. İbrahim Türkdoğan

Image6.gif

Bruno Bauer ve Edgar Bauer

Genç Hegelciler arasındaki tüm bu karşıtlıklar sadece kendilerine yakın olanlara bu kadar parlak gözüküyordu; bizim mesafemizden bakıldığında bunlar, Feuerbach, Strauss ve Bauer yalnızca tek bir dalgayı, ortak Hegelei'nın* bir yükselişini oluşturuyorlar. Alman felsefesinin en gurur verici zirvesi olan ve pek fazla saygı içermeyen “Hegelei” ifadesini kullanmakta herkesten daha çok hakkım olduğunu düşünüyorum; çünkü Hegel'in diyalektik yöntemi gerçekten de sözcüksel batıl inancının, sözcüğün üstün olduğu inancının ya da gerçeklik dünyasına ilişkin kavramın üstün olduğu inancının uç noktasını ifade ediyor, çünkü öncelikle benim dilsel eleştirel öğretim diyalektik yöntemin tüm yönlerininin üstesinden geldi: Ortodoks olanı da eleştirel olanı da aştı.

Genç Hegelcilerin, özellikle Bruno Bauer ve Max Stirner'in Hegel'e dayalı tinsel kökenlerine gelince, Hegel'in, Tanrı'yı ilkin Tanrı'nın (kilisenin kişisel Tanrısının) bilinç üzerinden kendine gelmesini sağlayarak (ve biz insandaki bilinçten başka bir bilinç bilmiyoruz), ve – Feuerbach'tan çok da farklı değil, sadece daha gizli bir şekilde – dini aslında antropolojikleştirerek, hominizme dönüştürerek ​​gerçekten yok ettiği unutulmamalı. Hegel'in radikal öğrencileri sadece bizim sahip olduğumuz büyük mesafeli bakış açımıza sahip olamadıkları için, aynı cephenin savaşçıları olduklarını fark etmediler; Strauss ve Bruno Bauer gibi üzücü bir hırsla birbirleriyle düşmanlaştılar. Ve hiçbiri Stirner'in, Hegelei'dan, gülerek, en son çıkarımları hangi güçle elde ettiğini anlamadı. Buna ek olarak: Bruno Bauer eleştiriyi, ne pahasına olursa olsun bizzat eleştiriyi öğütlemeden önce, aynı aşırı yöntemle, dergi gibi bir silaha da sahip olunca, partinin liderliğini birkaç yıl boyunca elinde tuttuğu için ortodoksluktan yavaş yavaş kurtulmak zorunda kaldı. Bugün, Bruno Bauer'in Mart öncesi Almanya'sında oynadığı rolü pek anlayamıyoruz; D. F. Strauss'un rolüyle karşılaştırdığımızda bile bilimsel başarısı bize çok düşük görünüyor. Bauer, daha sonra yazılan İncillerin [Evangelien] bireylerin bir sahte işi olduğu öğretisini savunmakla hilekârlık hipotezini tekrarlamış oluyor ve İncil eleştirisinde neredeyse ilkel davranıyor, oysa Strauss kendi mitinde halk şiiri gibi bir şey görür. Bauer'in İncillere ilişkin tartışmaları çoktan güncelliğini yitirmiş durumda. Sağ ve Sol Hegelcilerin birbirlerine öfkeyle “panteist” ve “ateist” diye küfür etmeleri bize neredeyse eğlenceli geliyor, çünkü her iki taraf da görünüşte birbirine karşıt gibi gözüken kavramlar hakkında yaklaşık olarak aynı şeyi düşünüyorlardı. En sevdiği kavram “eleştiri” olan Bruno Bauer'in, Hıristiyanlığı yadsıma konusunda kendinden önceki herhangi bir teologtan çok daha ileride olduğu apaçıktır. Ne var ki kitapları (özellikle “Sinoptiklerin Evanjelik Tarihi Eleştirisi”) aracılığıyla kendini teoloji dışına taşımış olmasına karşın teolog olmayı ve teolog olarak çalışmayı isteme hatası yaptı. Bruno Bauer (1809-1882) üstün gelmek istediği Strauss'tan daha uzun yaşadı, – Bonn Üniversitesi'nden atıldıktan sonra – çeşitli tarihi ve politik kitaplar yazdı, ancak Strauss gibi serbest bir yazar olmadı. Tekrardan basit mantıklı olamayacak kadar teolojikleşmişti. Onun açık bir şekilde sinoptiklere yönelik eleştirisinin amacı olan ateizmi de – deyim yerindeyse – mantıksız ve Hegel tarzı papazca bir ateizmdir. Ona göre doğanın, ailenin, devletin, dünya egemenliğinin artık bilince bağlı olmadığı yerde Hıristiyanlık başlar; bu yere tüm dinlerin tepesi ve sonu denebilir; tabii ki biraz Hegelleştirilmiş tarzda söylemek gerekirse şöyle ifade edilebilir: Bauer'in Tanrısı her topluluktan kurtulduktan sonra özbilinç elde edebileceği ve bir Tanrı olarak görülebileceği hiçbir topluluğa sahip değildir artık. Mart öncesi tüm “özgürleşmiş” Yahudilerin Bruno Bauer'e coşkuyla bağlılıklarını Bauer'in yadsıması çok tuhaftır: Hıristiyanlar bir ayağıyla ateizmdeydiler; ama seçkin halkın bu kadar ileri gidebilmesi için önce Hıristiyanlıktan geçmesi gerekecekti. İki kuşak sonra iyi anlamını hâlâ yitirmemiş bir sözcük.

Bu yüzden, Bruno Bauer'in Mart öncesinde düşüncenin ve gücün alkışlanan bir adamı olup olmadığını ve bir eleştirmen ve hatta bir teolog olarak bizim için bir anlam ifade edip edemeyeceğini açık bırakıyorum; ancak, birazdan öğreneceğimiz gibi, Stirner'in içinden geldiği özgür çevrenin önde gelen kişiliği Bauer olduğu için, Bauer'in çevresindekilerinin – eleştirinin bilimsel sorunları dışında – düşünsel kurtuluşun büyük görevi olan aydınlanma hakkında ne düşündüklerini kendimize sormalıyız. Açıkça şunu söylüyorum: Bauer'in çevresi hakkında kesin bilgi edinemediğim için çok öğretici bir koleksiyonun editörü olan Martin von Geismar'ın Bruno Bauer'in ya da daha coşkulu, daha kavgacı kardeşi Edgar Bauer'in (1820-1886) takma adı olup olmadığından emin olamadım. Bibliothek der deutschen Aufklärer des 18. jahrhunderts”ın (18. Yüzyılın Alman Aydınlanmacıları Kütüphanesi) nadir bulunan beş sayısı (1846 ve 1847'de Otto Wigand'ın Leipzig'deki yayınevinde yayımlandı) her türden dinsel radikalizmin el kitabıdır. Alman Aydınlanması hakkındaki açıklamalarım için Geismar'ın kitabından (toplamı 750 sayfadan fazla) eklemeler alınabilir. Örneğin Bahrdt'ın yazgısına ilişkin onun zorunlu inancı ve Ritter von Zimmermann'a karşı broşürü; Zopfprediger'in [Johann Heinrich Schulz'un takma adı] “Philosophische Betrachtung über Theologie und Religion überhaupt und über die jiüdische Insonderheit” (Teoloji, Din ve Özellikle Yahudi Özelliği Üzerine Felsefi İnceleme) adlı eserinin yeniden basımı; D. F. Strauss ve Bruno Bauer arasındaki mücadeleler konusunda başpapaz Vogler'in çalışmaları; aydınlanmanın temel sorunları üzerine Dippel, Edelmann, von Knoblauch ve Riem'in eski polemikleri. Son olarak, koleksiyonun tamamı için önbaskısı yapılan ayrıntılı ve günümüzde de okunabilir değerde “Lutheryanlığın Tarihi (16. ve 17. yy)” adlı çalışma. Yazarı kesinlikle hapis cezasından asla korkmayan Edgar Bauer'dir. Bunu yazan kişi artık bir Lutheryan değildir, artık Hıristiyan değildir, artık deist ya da teist değildir.

Günah bilinci üzerinden ayak takımının, kölelerin ve kötülerin dinini ilk yaratan kişi Luther değildir (Nietzsche: köle âhlâkı), ama harf inancı ona aittir; “Yeni dönem Hıristiyan ayak takımının egemenliği istikrarlı bir inancın egemenliği üzerinden kendini ifade etmiştir”. Carlstadt'a ve köylülere karşı yapılan itirafın ağır adaletsizliği vurgulanmaktadır. “Eş anlamlılar şunlardır: dinsel bir dogmaya sahip olmak, saçma bir düşünceye sahip olmak, deli olmak ve – hoşgörüsüz olmak.”

Bütün Protestan kâfirler Luther'e karşı savunulur; tıpkı devletin sadık vatandaşların çaresizliğini polis aracılığıyla telafi etmesi gibi kilise de dogmalar ve ayinlerle kendi çocuklarının yoksulluğunu gideriyor. “Âdem'in kalbinde zaten bir jandarma vardı, aksi takdirde cennetten kovulmasına izin vermezdi.” Luther'in ölümünden sonra dogma, teologların yama yapacakları giysilere işaret etti. Dünyanın bir papalığı olmalı, gerekirse onu çalmalı; Papalığın başaramadığını Lutheryanlık tamamladı: tüm insanı dinsel esarete maruz bıraktı, dogma-insanını yarattı. Stirner'e açıktan işaret edilerek devrimci Valentin Weigel övülür; Paracelsus ve Boehme daha az lütuf buluyor ama İncil'i “değersiz” bulmakla affedildiler. Sonunda yazar, Lutheryanlığın tüm birleşme girişimlerini ve sözde senkretizmi yadsımış olmasından dolayı onunla tamamen alay ediyor; “sadece teologların dogmatik güç gösterme ifadelerinden ortaya çıkan bu barış önerileri, hatta kendi güçlerini ellerinden almak için arı Lutheryancı çelişkiyi deneyimlemek zorunda kaldı ... Tamamen doğru: Kalvinistler ve Papistler, Lutheryanlığa karşı olmakla birlikte Lutheryanlığın en azından varlığını kabul ettiler. Ama bu önemsiz bir mesele sayıldı.”

Image6.gif

“Hegelei”, Arthur Schopenhauer tarafından Hegel'e karşı türetilmiş alaycı polemik bir ifadedir; entelektüel derinlik ve önemli olma izlenimi yaratmak adına büyük ölçüde içerikten yoksun, anlaşılmaz, karmaşık, gizemli bir dil yaratmak. Schopenhauer'e göre aynı şey “Hegelciler” için de geçerlidir. (Ç.N.)

Kaynak:

Fritz Mauthner / Der Atheismus und seine Geschichte im Abendlande (Ateizm ve Batı'daki Tarihi), 4. Cilt, s. 186 – 188, Alibri Verlag, Aschaffenburg 2011.

Image6.gif


yukarı
Ana Sayfa
                                  






bruno

Bruno Bauer
(1809-1882)


































edgar

Edgar Bauer

(1820-1886)