hit














































































     





    



 

             Arzunun Delisine Dair 

                    H. İbrahim Türkdoğan

image6

"Aşka değer veren aşkın ne
olduğunu bilmez; aşkı anlasa, ne anlamı kalır aşkı yaşamanın."

-Yağmur Kadın-

image6

Düşüncelerim
İnsan varolandır ve varolan olarak vaolanlarla ilişkidedir. Ancak varolan üzerine düşünmeye başlar başlamaz, özellikle de bu düşünme rasyonel ise, varolanın içini deşer ve böylelikle de varolanın bütünselliğine zorlu bir giriş yapar. Bu bir gedik açmadır. Girdiği yerde kalamayan insan, kalması mümkün değil, varolanın tümünü aşkınlaştırmaya başlar. İşte bu halde Hiç'le karşılaşır. Varolanı ve Hiç'i meydana getiren şey,  ille de inceleyen yada araştıran bir zorlama olmak zorunda değildir. Israrla yapılan bir edim olmak zorunda değildir.  Örneğin sevinç ya da hüzün ya da şiddetli arzu varolanın bütünselliğini ortaya çıkarır ve işte bu bütünsellik içinde korku varolanı yerinden oynatır: Hiç'i gösteren korkudur. Hiç, o ana kadar varolana odaklanmamızdan dolayı bize gözükmemekteydi. Biz varolan uykusundaydık, Hiç'in unutmuşluğunda varolanla hesaplaşırdık ya da tam olarak: Varolanla hesaplaşmamızdandır ki, Hiç'in unutmuşluğuna gömüldük.

Bu noktadan itibaren insan, ilişkisine sıfırdan başlar. Buna sıfır felsefe diyelim ya da felsefenin sıfır anı. Sevinç, hüzün, korku, can sıkıntısı, aşk, sevgi, arzu, kıskançlık, ilişki ve ölüm kısacası Herşey yeniden algılanmaya ve duyumsanmaya başlar. İnsan bir bakıma yeniden doğar. Kuramsal bir sistem olmayan bu deneyleme, bu yaşantı doğrudan insanın psikolojisine, eski terimle; ruhuna isabet eder. Travmaların canlanışı, yeniden dirilişi, bunalım, bulantı vb. yaşanması gereken bir evre, bir dönem olarak bizi kuşatır.

Hiç ile ne kadar dost olabilirsek, varoluşumuzu yani buradalığımızı o kadar da derin yaşarız, verili ilişkilerin yüzeyselliği ilgimizin dışında kalır ve bu durumda Kendi'mize dönerek enerjimizi doğurmaya yani yaratmaya başlarız. Bu bilinçle yazılan her sözcük Hiç duygusunun ortasından akarak gelir, bazen bir coşkun nehir gibi, bazen sakin akan bir dere suyu gibi. Bu durumda yaşayan her birey, hallerini de o şekilde edimleştirir. Haller'e ışık tutan estetik, etik, erotik seyir, kişiyi görme, nesneyi duyumsama, analiz tarzı ve gücü gibi olgu ve algılar, arzettiğini duyumsama, algılama, arzettiğine dokunuşları, bakışları Hiç'teki coşkusunun biçimine ve akışına dayanır. O hep bir yalnızlık içindedir, özellikle de kalabalıkta yalnızdır.

Hallerim
Kendime labirentler örmekteyim, kendimi bildim bileli, kendimi tuzaktan tuzağa taşımaktayım hatta delice bir hazla. Kendimi anlamakta zorlanıyorum, aslında rasyonel düşünebilenim, üstelik derin haz alıyorum bundan fakat irrasyonel eğilimim de en az o kadar güçlüdür, beni kayadan kayaya çarpar fırtınalar eşliğinde. Bazen o kadar yalnızlığıma gömülüyorum ki, kendimi mezarda hissediyorum. Ama dipdiriyim, komik olan da bu. Neden dipdiriyken mezarda olabiliyorum? Ciğerlerimden çıkan her sözcüğüm ve nesnelere/öznelere her dokunuşum karşımdakinin bana ben olmadığımı yüzüme haykırıyor;  benliğimin en küçük öğesinin bile karşımdakine ulaşamadığı duygusunu kıvranarak yaşıyorum, bazen kahkahalara boğuluyorum çaresizliğimden.  Anlaşılmak isterdim. Neden bu duygudan kurtulamıyorum? Neden anlaşılmak istiyorum?

Biliyorum travmalarım var, içinde kavrulduğum, bilincimin ta tepesine çıkardığım, kalbimin ta ortasında yaşadığım travmalarım.  İnsan olmak istemiyorum çoğunlukla fakat hiç farklı da olmak istemiyorum. Çocukluğumda hep farklı olmanın hüznünü yaşadım ama kendimden de utanmadım ve kendimi genele kurban etmedim. Onurlu ve asil olma takıntımdan yararlandım sanırım çocukken, daha sonra bu takıntıları asileşme takıntısıyla  değiştirdim. Biliyorum şehvetli biriyim, sanırım şehvetimin insanıyım fakat ürünü değilim. Beni renklendiriyor diye düşünüyorum, beni sabitleştirmiyor sanıyorum. Süblime yeteneklerimi de kullanabiliyorum, özellikle şu an yani sözcüklere egemenliği verirken. Kendimi özgürce yaşayabiliyorum, özellikle toplumsala dair, travmalarım bana arkadaşlık ediyor.  

Düşüncelerim
İnsan olarak dünyada olma yetersizliği, bu yetersizliğin doğurduğu duygu, algı, kötümserlik, mutsuzlık, acı, hüzün, keder, dünyada olma hüznü, dünyanın durumundan dolayı duyulan karamsarlık, dünyaya yetersiz gelme, dünya karşısında yetersizliğini duyumsama, dünya içinde yetersiz olmanın verdiği acı: Gündelik izlenimlerim -kendimde ve ötekilerde.

Kierkegaard, cansıkıtısı üzerine söylenebilecek her sözü söyleyebildiğini düşünüyorum. Özel yaşamından, ötekilerden ve çeşitli halklardan örnek vererek can sıkıntısını ifade eder; öyle ki anlatımları sıkıntıdan yazıldığı aşikârdır.  Hiçbir şeye muktedir değilim, kendimi öldürmeye de; ah, keşke kafama bir taş düşse de ölsem. Böyle der Kierkagaard. Anlıyorum ve duyumsuyorum.  Ancak bu perspektifin karşıtını seçtim ben: Coşku. Yapay bir coşkudan söz etmiyorum, zorla elde edilen bir coşkudan da değil. Seçim sözcüğü belki de yanlış, çünkü içimden gelen bir harekettir coşku, evet hareket, asla duraksamayan, kendi ritimlerini kendi belirleyen bir hareket.

Kierkegaard'ı özellikle bu hareketi durdurmaya çalışan halklarla karşılaştırınca daha iyi anlıyorum. Can sıkıntısından öldükleri için dışardan gelen en ufak bir harekete düşmanca bakarlar. Şu an dünyada varlığını sürdüren her modern ve modern olmaya gayret gösteren halk can sıkıntısında öldüğünü haber ediyor bana.

Halklar müstehcen gözükmektedirler. Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki savaş cinsel zedelenmişliklerinin neticesidir. Bu halkların problemleri oral-genital problemleriinin  etkisi ve sonucudur. Bu halklar müsyehcendir. Kutsal ana kucağı için savaşmaktadırlar; ancak ana kucağında kurtuluş ve nihayi çözüm bulacaklardır: Birbirlerini karşılıklı imha ederek. Bu, bu dünyayla öteki dünyanın evliliğidir. Biricik ancak bu düğünde dans etmeye davet edilebilir.

Haz cinselliğin kültürleşmesiyle yabancılaşmakta doruk noktaya ulaştı. Us ve dince terbiye edilen haz, ki us ve din soyut bir içeriğe sahiptirler, evrensel bir noksanlık olarak belirdi. İnsansal cinsellik vital bir ifade bulabilecekken, terbiyeden dolayı nevrotik bir varoluş kazandı. Dürtü-arzu-haz-sevgi-incelik-şefkat-bağ-sevecenlik-hoşlanma-sempati-empati-gereksinim-ilgi-paylaşma-tam yaşanırlık-süresiz cinsel doyum dürtüsü bedenin ve ruhun kireçlenmesi olarak açığa çıktı. İşte İnsan! Sonsuzlukta bir hiç. En yakın sınırlarını bile görebilmekten uzak, varlık'ın sırrını anlamaktan yoksun, Hiç'i idrak etmekte çaresiz; tüm bu hakikatlere karşın,  dünya içinde kendini kanıtlamaya çalışan zavallı bir yaratık: Dindar, dinsiz, usçu, ussuz, politikacı, anti-politikacı, sağcı, solcu vesaire ve vesaire.
                                                                                                                           

Hallerim
Solucanlar. Her bir yanım. Çok erkencidirler, sabırlı oldukları kadar. Alışıktırlar aynı zamanda. Yağmurun basınçlı gücüdür onları her defasında dışarı fırlatan. Her damla indiğinde yere nefes alırlar. Yağmurun şiddetli vuruşuyla yerin dibinden yukarıya doğru toprağı kazırlar. Tanyerinin olmadığı, güneşin sızmadığı fakat güneşe uzanan her bitkinin kökeninin yaşam sürdürdüğü bir yeraltı dünyası. Masmaviye açılan çiçeklerin kapkaranlıkta beslenen kökleri. Derin bir nem kokusunun içine karıştığı yaşam dürtümün arzu kokan nefesiyle yüzeye fırlatılacığım heyecanına kapıldım bir an. Köklerin sade renkleriyle kaynaşan solucanlarla birlikte. Tiksintiyle dolup taşan bu düzeyden yıllar önce ayrılmıştım. O günden beri yağmur ilk defa hışmıyla döküldü topraklara, ilk defa gökyüzüne savurdu düzeyi köküyle birlikte. Bu güce dayanabilen hiç bir yapı olmadığındandır ki dışarı savruldum. Ve "tam yağmur kadın oldum o an" diyen bir sese gözlerimi  açtım.

Düşünce ve Hallerim
Her bir şeyi düzenleme yetkisi taşıyan ve tamamlanmış bir kuram istemiyorum; bir düzinenin üyesi ve sıralanmak istemiyorum.  Düzenlenemeyen bir ortam istiyorum. Ancak orada kendi ortamımı kurabilirim, yeniden imha etmek için ve yeniden kurmak için. John Cage bana düzensizliği, Tao'daki faaliyetsizliği benimsetebiliyor. Rasyonalizm-irrasyonalizm kavgasının sıradan bir kurgu olduğunu deneyliyorum. Stirner, dilin en büyük hayalet yani en güçlü saplantı olduğunu vurgulamıştı. Buna karşın yine de dillenmek gerekiyor ancak bu bilinçle dillenerek yaratmak gerekiyor. Benim dilim, en anlamsız anlamda söylemek gerekirse, dilin yadsınmasıdır; dillenerek anlamsızlığı göstermek. Bu kontekste düşüncelerim hallerimle sevişebiliyorlarsa mutluyumdur ve ben Kendimi arzettiğim şekilde kucaklayabiliyorumdur.


image6

yukarı
E- Mail Ana Sayfa