Tabula Rasa














































    




    



 

Hâyâli Bir Despot: Pişmanlık

H. İbrahim Türkdoğan

image6

Kierkegaard: “Evlen, pişman olursun; evlenme, ondan da pişman olursun; evlen ya da evlenme, ikisinden de pişman olursun; ya evlenirsin ya da evlenmezsin, ikisinden de pişmansın. Dünyanın çılgınlıklarına gül, pişman olursun; ağla, ondan da pişman olursun; dünyanın çılgınlıklarına gül ya da ağla, ikisinden de pişman olursun; dünyanın çılgınlıklarına ya gülersin ya da ağlarsın, ikisinden de pişmansın. Bir kıza güven, pişman olursun; güvenme, ondan da pişman olursun; bir kıza güven ya da güvenme, ikisinden de pişman olursun; bir kıza ya güvenirsin ya da güvenmezsin, ikisinden de pişmansın. Kendini as, pişman olursun; asma, ondan da pişman olursun; kendini as ya da asma, ikisinden de pişman olursun; kendini ya asarsın ya da asmazsın, ikisinden de pişmansın. İşte beyler, size her türlü yaşam bilgeliğinin özü.”

image6

Öncelikle Kierkegaard'ın dilini önemsiyorum. Yaşamın içinden yazıyor. Duyumsadığı şekliyle. Varoluşçuluk felsefesinin kurucusu olarak anılması elbette yerindedir. Hegel gibi yaşamı sistematikleştirip bir devetin buyruğuna sokmuyor. Hegel'e antipatisi biraz da buradan kaynaklanıyordu. Ancak varoluş yalnızca hüzün yaratan bir pişmanlıktan oluşmamaktadır. Yoksa? Bireye göre değişmez mi bu? Yukarıdaki alıntı kimilerini üzebilir, kimilerini güldürebilir.

Kierkegaard öncelikle bu açıklamasıyla bütün pişman insanların başbelasını özetlemiş oluyor. Sahi, nasıl bir beladır bu? Seversen pişman olursun, sevmezsen de pişman olursun, aşık olursan pişman olursun, aşık olmasan da pişman olursun, ve evet, orgazm sonrasında pişmanlık duyarsın, orgazm olmazsan yine pişman olursun. Bu durumda bir Freudçuya başvurmaya gerek yok? Birkaç açıklama yaptıktan sonra antidepresan önerir ve bununla bir dönem idare edebilirsiniz ama bütün bir yaşam, pişmanlıklarla şekillenmiş koskocaman bilmem kaç yıllık ömür nasıl teselli edilir?

Yukarıda alıntıladığım uzunca paragrafında pişmanlık yaşadığını çok da güzel ve açık ifade ederken pişmanlığın ne olduğunu da açıklıyor Kierkegaard, şöyle ki: yaşamı yaşasa da pişman, yaşamasa da pişman. Tüm mesele burada; konu ne kadar sosyolojik ve ne kadar felsefesel? Soru bu. Bunu temel alarak konuyu irdeleyelim.

Şöyle başlasam: Neden pişmanlık duymuyorum ben? Dört duvar arasına sığınıp yaşama atılmadığım için mi? Değil! Hiç de yerinde durabilen biri değilim! Herkes hareketliliğimden şikâyet eder. Sosyopat mıyım? Bunun olası olduğunu düşünmüyorum, oldukça tekil yaşamama karşın, yeterince sosyal ilişkilerim mevcut, hatta bazen beni boğacak kadar fazla.

Şimdi de şöyle soralım: Neyin ifadesidir pişmanlık? Geçmişte yaşanan ya da söylenen bir şeyden rahatsız olmak, tatmin olmamak; o şeyin acısını duyumsamak. Başka? O şeye karşı kin duymak, ondan nefret etmek. “Neye yaradı bu yaptığım, ah keşke yapmasaydım, yaptım da ne oldu!” Karşı soru: Yapmasaydın ne olacaktı? Daha mı iyi olacaktı? Belki daha kötü olacaktı, belki daha iyi olacaktı. Belki, evet belki. Belkilerle nasıl yaşanır ki? Bütün bir yaşamı spekülasyonlara taşırsak, ne zaman yaşayacağız? Yaşamaya zaman ayırabilecek miyiz? Pişmanlıklarla kendimize tuzak kurduğumuzun farkında mıyız? Buradan varacağımız sonuç kişinin yaşam hakkında hiçbir şey bilmediğidir; kişi bir yaşam mağdurudur. Bir ömür tüketir ama yaşamın kendisinden bihaberdir. Böyle mi gerçekten? Yaşam nedir? Ya da yaşamlar nedir, diye sormalıyız.

İsa, insanlık için öldü ve geride kalan bizler onun ölümünden sorumluyuz, biz suçluyuz. Ve hatta doğmuş olmamızda bir suç var. Çünkü: Aden Bahçesi’nden kovulan Âdem ile Havva suç işlediler, biz de onların evlatları olarak bu suçu taşıyoruz. Alâkaya bakın! İsa, kendi ölümüyle bu suçu telafi etmeye çalıştıysa da günümüze kadar bu suç bütün dünyayı zaptetti. Demek ki varlığımız zaten bir suç; varlığımızdan pişmanlık duyarız. Bu asli günahtan asıl konuya girmiş olduk: Pişmanlık dinseldir. İnsana dışardan aşılanmış bir yapay duygudur. İkâmet ettiği yer: Vicdan. Bir Hıristiyanlık eseri bu mekân pişmanlığı yaratan, besleyen, büyüten bir ejderhadır. Kierkegaard'ı titreten bir varoluşsal yıkılış.

Pişmanlık tüm monoteist dinlerde bir kurum, bir mercii şeklindedir. Hıristiyan odaklı kişi pişmanlık duygusunu belli bir kültürel ritüel çerçevesinde vicdanıyla muhakeme ederek gidermeye çalışır. En son ihtimâl papaza başvurmaktır. Oryantal kültürle şekillenen kişiler vicdan muhakemesinden daha çok ağlayıp sızlayarak bu müptelâdan arınmaya çalışırlar ya da bazıları gibi bir takım dinsel ibadetlerle. Ama hiç biri başarılı olamaz, çünkü pişmanlık algıları kökten yanlış olduğu gibi ondan arınma yöntemleri de yanlış. İnsanlar bütün bir ömür kendi psikolojilerini kemirir dururlar.

Neler oluyor?

Durup dururken insanlık bir suça tabii tutuldu. “Sen suçlusun!” denildi. “Evet suçluyum” dedi o da. Hiç yoktan bir suç, temel suç, asli suç. Kim kime yaptı bunu? Ne alâka?

Dostoyevski, “Suç ve Ceza” adlı romanında bir bireyin iki uç arasındaki uçurumu ifade eder. Tanrı yoksa her şey mubahtır, öyleyse herkes herkese istediği her şeyi yapabilir; örneğin öldürebilir de. Varoluşun Tanrı'yla bütünleşerek anlam kazandığı bir psikoloji, Tanrı'nın yokluğunda yalnızca negatif bir nihilizmle şekilleniyor. Protagonist daha sonra da negatif nihilist edimlerinden dolayı pişmanlık duyarak tekrardan Tanrı'ya yöneliyor; işlediği suçların (günahların) bağışlanmasını ya da karşılığında zecalandırılmasını talep ediyor. Bu iki uç dışında başka alternatif içermeyen bu yapıyı duyumsayabilmek için bu yapıdan biri olmak gerekir. Aksi takdirde bu yapının bir komediden ileri gitmediğini görebiliriz. Dinsel kişinin kendisi için açtığı kuyuya kendisinin düşmesi elbette beklenen bir sonuç ve görkemli bir komedyadır.

Örnekleyerek devam edelim. Benim için dünyaları yaratmaya çalışan sevgilimi terk edişim; çok sevdiğim ve kendisi için ölmeyi göze aldığım sevgilimin beni terk etmesi; arzuhalimi kozmik bir şehvetle besleyen o biricik tadı bir daha bulamayışım; zor koşullarda uğraşıp, mücadele vererek elde ettiğim mesleğimin bana beni tatmin etmeyen kazancı; doğduğu andan itibaren sevgili bulmak için kilometrelerce uçup ve üç saniye seviştikten sonra ölen iki gün yaşayabilen kelebek örneğindeki gibi tüm ateşimi yakarak uzaktaki sevgilimin kucağında seviştikten yarım gün sonra bu ateşimin sönmesi; canım kadar sevdiğim kişinin aniden ölmesi karşısında yıkılışım; sevdiğim insanın sevdiği insanın ölümü karşısında varoluşa dair pişmanlık feryatları karşısında düşüşüm; binbir çıkmazla boğuşmalarım; dünyaya getirmekle sorumluluk üstlendiğim ve tarzıma uyum sağlamayan çocuğumun yaşayış şekli; sevgilimin dinsel ve öteki maskelerinin ardında duyumsadığım ve tüm derinliğimle sevdiğim yalınlığı (masumiyeti) karşısında maskelerini kırmaya dair çaresizce uğraşlarım ve bu yalınlığın o maskelerce zedelenmişliğini ve zedelenmeye devam edildiğini gören ruhumun çırpınışları; ona ve yaşama dair binbir hâyâl kırıklıklarım; düşünsel ve ruhsal dünyamı kuşatan Medusa’nın yalnızca bir mitolojik figür oluşu; Âşkın sembolü Eros'un ve Diotima’nın, her yazarda olduğu gibi, bende de bir hâyâli figürü aşmadığı ölümcül gerçeği; varoluş pişmanlığını ölmeği seçmekle sonlandıran Enkidu’nun vahşi gözyaşlarının gözlerimden akması; her düşüşümde ruhumu yakan hüznün acımasızlığı ve onlarca, yüzlerce öteki kara oluşlar pişman olmamı sağlayabilir mi?

Ben bir matematik yapı değilim; bedenim bir makine gibi çalışsa da hatta bir makineden oluşsa da psikolojimin bundan farklı bir yapısı var; tinsel yapım psikolojimde bir sistem, bir uyumluluk yaratmaya çalışsa da psikolojik yapım kendine göre çalışır. Nefes almadan önce nefes alma yönteminizi belirleyemezsiniz; nefes mevcut olandır, bizleri var eden. Nefes aldıktan sonra nefesiniz hakkında fikir edinip nefes yöntemleri geliştirebilirsiniz. Yaşantılarınızı gözden geçirip, işlediğiniz hatalar ve yanlışlıklardan dolayı yeni yaşam biçimleri yaratabilirsiniz. Ancak: Her yaşantı (oluş) kendi içinde bir bütündür ve yaşandığı zamana bağlıdır. Bugünün psikolojisi ve bilinciyle dünün psikolojisi ve bilincini yargıladığınızın farkında mısınız pişman olurken? O an yaşanan o anındır, bugünün değildir. Dün bir sevilenken bugün bir nefret edilen olabilirsiniz. Dün ve bugün bir süreç olarak algılanıp yaşansa da an belirleyendir; ne dün ne de bugün, sadece an’dır belirleyen.

Bu bilinçle yaşam yaşanırsa, pişmanlık obsesif insanların bir gereksiz buluşundan başka bir şey değildir. Afektler hariç. Şöyle ki: Kaotik ve stres kökenli bir anda işlediğiniz bir ediminizden dolayı, “ah n’aptım ben” diyerek yaptığınızın bir “hata” olduğunu anlarsınız. Eğer işlediğiniz “hata” sizi yargıç karşısına çıkartacak kadar vahim değilse, hatanızı telafi etmeye çalışır ve psikolojinizin söz konusu anlarda neden o şekilde yansıdığını anlamaya çalışıp tekrarlamamasını sağlayabilirsiniz. Bedensel, tinsel ve psikolojik yapıların birbirleriyle ilişkileri oranında kişi kendini “hatalı” ya da “hatasız” var eder ama pişman olması için hiçbir neden yoktur. Ben hatalarımla ve düşüşlerimle benim. Ve böyle olmasını istiyorum.

Sevdiğim kişinin bana “ah, keşke şunu yapsaydın, yoksa bu başına gelmezdi” diyerek çıkış yapması beni ya güldürür ya da öfkelendirir. Güldürür, çünkü o an'nın şu an'la ilgisi olmadığını bilmeyişi bir bilinçsiz algının çaresizliğini ve saçmalığını gösterir. Öfkelendirir, çünkü acımı paylaşma adına yanlış ve yine ilgisiz bir afektle kendi acısını benim acımla birlikte dindirmeye çalışır; bu olanaksızlık karşısında öfkelenirim.

Kierkegaard’ı ve milyonlarca öteki pişmanlık mağdurlarını bir tümcemde özetleyebilirim: Her keşkenin kökeni: Keşke olmasaydım. Öyleyse: Ya nefes al ya da mızmızlanma!

image6

yukarı

E- Mail

Ana Sayfa