caravaggio


























Bir Seks Kölesinin

Tanrı Hazretlerine Hitâbesi
ya da
Sudan Çıkmış Fil

H. İbrahim Türkdoğan

Sen: Efendimiz! Yüce bilgilerinizden mahrum kalmak bizim helâka uğramamıza neden olabilir. Diktatörce ve şiddet dolu kelimelerinizle zihnimizi bir örümcek ağı gibi saran fikirlerinizin narkoz etkisinden mahrum kalmamız kötü bir şeydir.
Ben: Bir Sûre mi okudun? Yoksa bonzai mı çektin? Yoksa ikisine birden mi kapıldın?
Sen: Bir umut, bir vahiy niteliğindedir, ağzınızdan çıkacak her kelime atomlarına ayrılmış bir molekül ve ötesi...! Güvende hissetmemiz, kendimize özgüven tazeleme istemimize eşlik eden bir mûsikidir biz okurlarınıza hitâbeniz.
Ben: Evet –kendini kastediyorsan; katılıyorum söylediklerine. Kimbilir kafatasının içindeki hangi mağarada hangi canavarla hesaplaşacaktın şimdi, bana gelmeseydin. Gerçi ben de dışındaki bir canavarım, bunu da düşündün mü hiç?
Sen: En büyük bulantının ve özgüven kaybının geldiği kaos ortamında bizi yeniden yaratan kaleminiz ve kelâmınızla kuşkularımızı hafife indirgediniz.
Ben: Kendi adına konuş!! Başarımı sende pek göremiyorum.
Sen: Uzun yıllar sorgu dünyası içindeki baykuşlardan daha keskin gözleriniz ve kaplanlardan daha yıkıcı pençelerinizle savaş veren bir fantastik liderdiniz.
Ben: Tümcenin ikinci yarısını kurtarayım bari: Kendini imha eden lider.
Sen:
Tıpkı bir çıngıraklı yılanın çıngırağından çıkan ürpertileri gibi bizi delirten kimsesizliğimizin ve Hiç'in bulantısına karşı ve her an saldırılacakmış hissine kapılan insanlara cesaret verir yazılarınız. Kafatasım beynime dar geliyor galiba kimi zaman.
Ben: Kafatasının varlığından yola çıkıyorum da, beyninin varlığından şüphe ediyorum.
Sen
: Gençler size âşık, çünkü onların bir yol göstericiliğini yapıyorsunuz. Efsane lider.
Elinizdeki balyozunuzu bırakmıyorsunuz. Yarar sağlıyor düşünceleriniz.
Ben: Sanırım balyozu ilk ve son kez sana karşı kullanmakta gerek duymuştum, kafanda kırmıştım üstelik, anımsadın mı?
Sen: Bakın, hep ben dikte ettiriyorum. Benim telkinim doğrultusunda çıkıyorsununuz sahneye. Kelimelerin büyüleyici senfonisi...  notalar da beni kandırıyor.  Kumarbazlık burada devreye giriyor. ‘Ben oynamıyorum’ dediğimde oyun bitiyor. Kimi zaman oluruna bırakarak yazıyorum.

Ben: Emin misin?! Hımm. Ben emin değilim. İtiraf-değil: Söylediğin düşündürücü, iyisin!
Sen: Sizden hiç emin değilim ki zaten, kim bilir neden buradasınız, neden benim gibi bir delinin saçmalıklarını dinlersiniz? Mağaralarımı görmek sizi tatmin mi eder acaba? Kaçık bir entelektüel, bir sapık mısınız?
Ben: Çok daha ilginç mağaralara girip çıktığımı söyleyebilirim.
Sen
: Eminim ki bu gençler sizi fazlasıyla sıkıyorlar da. Kimi zaman bıkıyorsunuz.
Ben: Umarım kendinden söz ediyorsun. Bıktırıyorsun evet fakat gülebildiğim sürece bu işkenceği devam ettireceğim.
Sen
: Evet. Kendimden pay biçiyorum zaten. Bir başkasını bilemem, benim kadar kafatasınıza çivi çakmaktan hoşlanan kaç kişi vardır ve size yaklaşımlarını genel itibariyle bir kaç kelimede tasvir edebilirim. Ama içlerinden geçenleri bilemem. Birileri hakkında bir şeyler biliriz, kimileri hakkında fazla şey biliriz, yine de saydamlaşsalar da geçemeyiz ya içlerinden. (Nietzsche derdi böyle.)
Takâtı bitiyor dilinizin ve düşün dağarcığınızın, aksayarak çıkıyor kelimeler, zihniniz zorlanıyor kimi zamanlar ama yine de yılmadan dinlemeye, bizi
eğlemeye çalışıyorsunuz, gözlerimizi keskinleştiriyorsunuz. Ve farklı illüzyonlar eşliğinde yüceltiyorsunuz bizleri.

Ben: Olumluyu ya da olumsuzu içeren keşkelerimin sayısı pek azdır. Çünkü varoluşun kendisi bir pişmanlıktır. Nedir mesele,  neyin var bu gece, orgazm öncesi bir gerginlik mi yaşamaktasın. Yoksa sevgilin mi balyozladı seni yoksa boynuzladı mı? Hangi fantasmanın peşindesin?
Sen: Satir ruhlu olduğunuzu okumuştum bir yazınızda, nedir bu ruh hâli, anlatır mısınız?
Ben: Diyaloglarımızda bir kopuş var; solipsist akışını izlemek ilginç de gelse, içine atlama isteğimi engellemektesin, dolayısıyla kısmi yorumlarla durumu idare ediyorum.
Psikolojilerimiz eşit değil, sorunu yanıtlayamam. Ayrıca yazılarımı inceleyerek okumalısın. Yine de bir ipucu vereyim. Asla unutmayacağın bir şey var: Seni kovmuştum ilk gelişinde. Ve geri geldin, defalarca kovdum, defalarca geri geldin. Balyoz işe yaramamıştı. Son dönüşünde aniden Sinoplu Diyojen’nin öğretmeniyle macerasını anımsadım ve sana o ilişkiyi anlattım. Diyojen, en sonunda sopayla dövülerek kovulur ama yine de öğretmenine döner ve öğretmeni kabul etmek zorunda kalır. Ah Antisthenes! İyiki de kabul etmişsin. Aksi takdirde belki Diyojen, Diyojen olamazdı. Sana boynuzlarımı göstermiştim –bir daha gelmeyesin diye ama yine geldin ve seni kabul ettim. Boynuzlarımı sadece bazen gösteriyorum o günden beri. Hem beni senden hem de seni benden korumak için.

Sen: Bunun üzerine düşünmeliyim.
Ben: Eğer düşünme organın iflas etmediyse.

Sen: Siz gençleri nasıl buluyorsunuz peki? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben: Bu soru sadece soru olarak kalacaktır. Sen de bir gençsin. Seni nasıl değerlendirdiğimi sorabilirsin ama sanırım bu da gereksiz, çünkü yanıtı biliyorsun.
Sen: Sözcüklerin çıkmaz sokaklarını, Hiç’in denizine giden çıkmazları bu denizde yüzebilen yelkenlerle seyâhat edebiliriz.
Sevilenler ve sevenlerle aynı yatlarla gezebilir, içer ve sevişebiliriz. Milyonlarca ışık hızında daha sınırsız, dipsiz denizlere batabiliriz. Ama ah ey riyâkarlık! Varoluşun ta kendisi! Aramaktan yorulanların bir dinletisi, birilerinin cenneti yada cehennemidir şu varlık labirenti. Ben ölmeyi seçiyorum.

Ben: Sezgim: İntiharın öncesinde beni imha etme hazzı duymaktasın. Neden?
Sen
: Hüznümü anlayansınız, bu beni çıldırtıyor. Ve kendimi paylaşabildikçe kalmak istiyorum ama bu da beni çıldırtıyor.
Ben
: Çözülmemiş yüzlerce meselen var. Çözmeden de gidilebilir, rasyonel bir yanıtım yok buna karşı ya da bunun için. Elli yıl boyunca mucize beklemek zorunda değilsin. Her an –son an’dır. Öyle ya da böyle. Tek fark: Farkında olarak gitmek. Ancak neyine yarar bunun farkında olmuş olmak? Eminsen git, emin değilsen kal. Kalırsan, senden gelen sözcüklerini paylaşırsın –benimle, bana tinselliğinden tattırırsın; gidersen, belleğimdeki milyonlarca anılara karışacaksın. Benim için ikisi de aynı düzeyde. Her zaman farkında olarak kendi açından bakmalısın. Son tümcem: Kendini yaratmak istiyorsan -her yaratım bir diğeriyle eşdeğerdir-, kalmalısın.

yukarı

Ana Sayfa