Stirner İle

Tekbenciliğin Açılabilen Kapılarına Dair 

H. İbrahim Türkdoğan

image6

Ne Sen benden yüce varlıksın ne de Ben senden

Çılgın bir düş değil; imgeye yükseliştir Seninle-oluş. Sınır çiğnemek değil; sınır ötesinde edimleşmeyi tatmaktır Benimle-oluş. Karşılaşmamızın ilk evresinde elbette Hiç’in sarsıcı rüzgârı ruhumu azgın dalgalara ve bu dalgalarda Kendimi yaratmaya yöneltmişti. Yürüttüğün usun keskin dişli zinciri düşünce sistemlerinin kırılmasıyla parçalandı, somut ve soyut düşüncelerin ardındaki gizemin adlandırılamazlığında imgenin kendisiyle kucaklaştım. Ve devasa bir psikolojik boşalmaya bedenimi sarsan kahkalarla tanık oldum. Seni ve Seninkileri Benimle ve Benimkilerle yoğurdum, eledim, ekledim, ve doğurdum –Kendimi. Hiçbir şeyi askıda bırakmadım, Benim-olmayanlardan uzaklaştım.

Sen

Ben Kendimin önkoşulu değilim, çünkü Ben Kendimi hâlâ her an gerçekleştirmekte ve yaratmaktayım ve ancak şu nedenle Ben Benim: çünkü önkoşulum değilim, çünkü buradayım ve sadece Kendimi buraya koyduğum an buradayım; Ben, bir bedende yaratan ve yaratılanım.

Ben

Sahi anlamda özgürüm –Ben: Düşüncelerin egemenliğinde değilim; anlık –dürtüsel, düşünsel ve duyusalım. Bir deli değilim. “Bir şey” olan herkesin zırdeli olduğunu bilen bir zekâya sahibim. Gruplar değil, yalnızca tek tek insanlar ve Biricikler algımın kapsamındadır. Her an bir parçayım, süreksizim. Anlık meselelerim var: Yaşam parçacıkların resmidir; Kendimin parçalarıyım, birer an, Kendimin resmi –Ben.

Sen ve Ben

Ya da

Geniş Zaman Güncesinde Stirner ile Türkdoğan:

Ani bir hareketle düşüncelerin baskısından kurtulurum, şöyle bir gerinmem düşüncelerin azabını silkip atar yüreğimden. Ben'de, şu somut, şurada dikilerek şunu yazan Ben'de, düşüncelerin saltanatı paramparça olur. Toplumsalın karabasınını bağrımdan söküp atmak için yerimden fırlayıp ayağa kalkmam yeterli gelir. Ve pedagojik sistemini kurmak için yıllarını harcayan beceriksiz toplumun söz konusu sistemini bir kahkahayla bertaraf edebilme kudretini gösteririm.

İnsan ve Ben

Doruk noktasına ulaşırken parçalanan mesele cüretle dile getirilen bir değiştirilemezliktir; Batı felsefesini ölümle yargılayan, onu yok eden, tüm dünyayı hiçe sayan bir değiştirilemezlik olgusu: Yalnızca kavramsal problem içeren felsefenin “İnsan nedir?” sorusu “İnsan kimdir?'e dönüşerek kişisel bir temel alır. Demek ki İnsan bir kavramdır –yalnızca. Oysa “İnsan kimdir?” doğrudan, dolayımsız bir yanıtı gerektirir: “Ben!” Varolan, İnsan değil, Ben. Ve bu Ben Genel Ben (das Ich) değil, tek Ben, şu, somut, şurada Sen'i de algılayarak Senin ile konuşan Ben. İnsanı sorgulayan felsefe teolojik yan değinilerden başka bir kazanıma imza atamamıştır. Oysa Sen, Max Stirner, öldürdüğün İnsan'ın harabelerinden Ben'i doğurdun. Başka ifadeyle: Ben'i sahneye getirmekle hiçe saydığın dünya Hiç içinde sefaletçe yaşamaya devam ederken, Sen Hiç'ten Ben'i doğurarak Biricik'e can verdin.

Ayrım

Son olarak da arkadaşlığımızı psikolojik bir boyutta renklendiren bir ayrımdan söz edeceğim. İtiraf-değil: Âşk ve libido örgülerinde poetik dalgalara saldım Kendimi; mitolojilerde kayboldum, dehşet veren güzel bir yüzme, soyut figürleri somutlaştırarak seviştim, bu, iki karşıt dünyanın çatışmasını tattırdı bana. Böylece kutsalın müstehcen derisini giyindim. Sen Herşey’den kopuşu ve susmayı seçtin. Ben, geriye Hiç kalınca, imgeleşmeyi. İkimiz de bu dünyada değiliz. Sonuç: Eşitsiz özelliklerim karşısında eşitim’sin –Sen. Tekilsin, tekilim, aramızdaki bağ da tekil, demek ki: An’larımız da tekil, dil’imizin tekil oluşu gibi; o dil ki bu tekil bağı oluşturuyor ve yaşatıyor.



Not: Bohem esen Berlin havasında Seninle yürüdüğüm karanlık geceleri aynı heyecanla anımsıyorum, özellikle üniversite çıkışında buluşup esrarengiz olarak adlandırdığımız orman istikametine yürüyüşümüzü.

image6

yukarı E- Mail Ana Sayfa