|
H. İbrahim Türkdoğan Kötülüğün Güzeli: Lautréamont Ya Da Şehvetim Üzerine Bir Mektup Sözlerim bir Lautréamont-oluştur.
Dinle,
yeni yetme! Adını bu
sayfalarda anmayacağım –senin, sen ey güzel
çocuk! Fakat bilesin ki, etlerini
parçalamadan önce sana şehvetimden söz
edeceğim, zira senin etlerini bir
kadının etlerinden ayırt etmeksizin açlıktan ölecek
olan boz tüylü olgun kurdun
keskin tırnaklarıyla parçalayacağım. Usumun hasta olduğunu sanma, sana usun en dirisini, en keskinini tattıracağım. Ağzım ağzının üzerinde olacaktır, öyle ki nefesimde bir gül gibi açılıp yayılacaksın, ruhsal renklerini içime alıp usumun derinliklerindeki karanlık mağaralarda konaklayan dürtülerimle kıvrımlandırıp ağzından tekrar yüreğine üfleyeceğim. Ancak böylelikle pençelerimi doldurabilecek kadar olgunlaşmış olacaksın. Et istiyorum
ve sadece insan eti! Gözyaşlarındaki
buruk tadı
yaladıktan sonra kırmızı ve taze kanının uzun ve ince boynundan
gögüs uçlarına
doğru akmasına özen göstererek gırtlağına dişlerimi
geçireceğim. Yüce
çığlıkların daha sesini duyurmadan seni yere
çalacağım ve karnını pençelerimle deşerken
gözlerinin içindeki acı okyanusa dalacağım. Orada göreceğim beyaz tenli, siyah ve kıvırcık uzun saçlı kadının etli yanaklarına tırnaklarımı geçirdikten sonra akacak olan kanlarını bacaklarının arasına kadar dilimle yayacağım, vajinanın kadının yalnızca bir beden dili olmadığını, kadının ruhsal kapısının bu görkemli et patçası olduğunu tadacaksın benimle birlikte. Ve o görkemli ve ilahi dolgun beyaz kalçalarını keskin ağızlı bıçağı andıran dişlerimle parçalarken sana ihanetin, zulmün ve insana özgü her öğeyi teker teker duyumsatmış olacağım. Seven kadın ihanet eder, seven erkek de öyle. İhanet bir Tanrı ilkesidir. İnsan bu ilkenin uygulayıcısıdır. Ve insan, Tanrı öfkesini içinde duyumsadıktan sonra aynı şiddette kendi yaşamına uygulayandır. Mezarın üzerinde ya da altında olmanın birbirinden farksız olduğunu idrak ettiğin an, insanlığın ezelden beri mezarda olduğunu anlayacaksın. İnsanlığın
yaratıları arasında en
görkemli olanı nedir bilir misin? Kasap! Bu, yüce
Tanrının evlatlarına armağan
ettiği en kutsal bir görevdir. Havva,
Âdem’in kasabıdır, Âdem, kendi
çocuklarının. Bu hiyerarşik düzen Tanrının baş
kasap olmasıyla tamamlanmış
biçimini alır. Kulak ver
sözlerime yeni yetme!
Pek zarif bir soru: Kaç kertenkeleyi sevişirken seyrettin ve
yakalayıp her
ikisini de çiftleştikleri anda şu taze kan kokan ağzından
midene saldın
–çiğnemeden? Kaç
kuşu yakalayıp kafasını
dişlerinin arasına alıp ansızın kopardın –şu masumiyet
dalgaları yansıtan insan
yaşamında? Ve olgun erkeğin ateşi karşısında fırıldak gibi
dönerek ne yapacağını
bilmeyen acemi bir kız gibi tabularınla baş edemeyen sen,
çirkin olarak
adlandırıp her birini çöpe döker gibi
zavallı ruhunun derinlerine fırlatmadan
önce, hangi birini güneş ışınlarının yansıdığı taşkın
ırmaklarda türdeşlerinle
yaşadın –şu gencecik ve el değmemiş yaşamında? Seni
öldürmeden önce bu son
yolculuğunda sana bir sır armağan edeceğim, bilinmeyene giderken sana
dost
olsun: Varoluşun güzelliğini ancak
öldürmenin güzelliğiyle
değenlendirebilirsin!
Tıpkı şu andaki gibi. Yüz yüze, göz
göze ve ağız ağıza. Dişlerimi gırtlağına
geçirince, fazla sürmeden öleceksin. Kanlı savaşlarda her gün birbirlerini imhâ eden insanlar varoluşun bu güzelliğini çeşitli yalanlar adına ayakları altında ezerken, öldürmeyi meşrulaştıracak kadar ahlâk köleleridir. Tıpkı sevmek gibi öldürmeği de bir ödev olarak sunmak ve yaşamak –sahte olandır. Oysa ben sana öldürmenin asl-olan şehvetinden söz ediyorum. Orgazm olduğu anda eşinin kafasını koparan mahlûkları bilirsin. İşte şehvetimin ilk edimini burada bu görkemli hazla gerçekleştiriyorum. Bu
metin
Düşünbil/Libido
dergisinde
(sayı 45/Ocak/ Şubat 2015) yayımlandı.
|