Metehan'a ![]() |
İntiharın
Apolojisi Empatik
Bir Yorum H. İbrahim Türkdoğan "Benim
felsefem insanlığın ölümünü
öğretir." Varlık ve Hiç
sorunsalı karşısında her filozof ve her düşünür
nihilizmle hesaplaşmak
durumundadır, kaçınılmaz bir durumdur bu. Bütün dinler
ve mitolojiler, bütün
düşünce akımları, bütün kuramlar nihilizmle karşı
karşıyadırlar. Ve her biri
onu aşmak çabasındadır; kimileri farkında olarak, kimileri de
farkında olmadan.
Bu ikinci gruptakiler düşünmeyenler takımıdır, özellikle
de din mensupları. İntihar edecek
olan kişi intihar üzerine yazmaz, konuşmaz; edecekse eder. Bu
kadar. Felsefe ve edebiyat dünyası
korkak ve
çekingenlerle doludur. Yaşamı yadsıyan en pesimistler ve
görkemli gözüken
nihilistler bile, “madem yaşamaya karşısınız neden intihar
etmiyorsunuz”
sorusuyla hesaplaşmak zorunda kalırlar. Yanıtlamak için rasyonel
ve irrasyonel
gerekçelerle kendi ruhlarını kemirirler. Ancak
Mainländer’in bu gerekçelere gereksinimi yoktur ve
böyle bir
soruyla da karşılaşacak bir zavallı değildir. Mainländer
sözünü eder ve
ardından kendini ölüme yollar. Sözü bitirince,
kendini de bitirir. Yazımı sonlayan
tümce: Yaşam, anlamın anlamsızlığını göstermektir. Ancak
sonlamadan önce bu
tümceyle hesaplaşmam gerekiyor. Aslında “anlamsızlığın
anlamını” göstermek
demem gerekir ancak bunu ters çevirip telaffuz etmek ayrı bir
dürtüden
kaynaklanıyor. Tıpkı
metafiziğin “Neden bir şey var da Hiç yok?” can
alıcı sorusunu ters çevirmek
gibi: “Neden Hiç var da bir şey yok?” İşte
böylelikle konumuzun derinliğine
inmiş olduk, üstelik çıkışı olmayan bir derinlik. Bir
çember, kimileri için bir
şeytan çemberi olan bu durum psikopatolojinin dört elle
sarılacağı bir
meseledir. Mainländer,
Hamlet’in olmak ya da olmamak sorusunu telaffuz ettikten hemen
sonra eyleme
başlayandır. Evet ya da hayır! Olmaksa olmak,
yani beklersin hayatı hayatın boyunca, başka deyimle: Yaşarsın
anlamsızca bütün
bir ömrü. Olmamaksa,
beklemezsin; anında harekete geçersin ve noktalarsın
anlamsızlığı.
Sonlandırırsın kendini.
Mainländer’in apodiktik
(kesin) önermesi: Varlık’ın tek anlamı var, o da yok
olmasıdır. Varlık yok
olmak için vardır. Olmak Olmamak’ta sonuçlanır.
Dünyada varolan her şey ölüm
istencini taşır. Yaşam istenci ölüm istencidir. Bunu her
aptal bile
bilmektedir, ne var ki her aptal varoluş putlarının kırbaçlayan
sancısında her
an can çekişmektedir, kırbaçlar ise sayısızcadır: Cennet,
cehennem,
peygamberler, azizler ve benzer fantasmalar. Ölüm istenci
yaşam istencinde
gizlidir, yaşam istenci ölüm istencinin kılıfıdır. Her aptal
bilir ki: Her gün
biraz daha ölmekteyiz, yaşamımız yavaş yavaş can çekişen
ölüm savaşıdır, ölüm
her gün her insan üzerinde daha fazla erk kazanmaktadır, ta
ki herkesteki son
yaşam ışığını söndürene dek. Yontulmamış ve ham insan, yaşamı
ölümün enfes ve
olağanüstü bir aracı olarak görür, bilge ise
ölümü doğrudan ister. Her insanın
bilincine çıkarması gereken şey odur ki her birimiz
özümüzün derinliğinde ölümü
istemekteyiz, sadece derimizi kazımamız yeterlidir, göreceğiz ki
ölüm sevgisi
varlığımızın tek amacıdır. Bir bakıma Tanrı korkusu ölüm
korkusudur ve Tanrı’ya
güvenmek ölümü aşağılamak ve ondan nefret etmektir.
Din yavan, yapay
tesellilerle insanları uyutmaya çalışan bir hokkabazlıktır
-sadece.
Uzatmayalım: Yaşam mutsuzluktur, olmamak tercihimdir. Ve ölüm
hasretimi
dindirecek hiçbir şey yoktur. Bir an önce ölmek
istiyorum. Hiçbir yaşamsal
mutluluk bu istencimi durduramaz. Ancak karabaşlar, düşünme
yetisini
kullanamayanlar, aptallar, korkaklar ve benzeri mahlûklar kendimi
öldürmemi suç
ve günah sayarlar. İsa, tıpkı Buda gibi intiharı
önerenlerdendir, karabaşlar
İsa’ya tecavüz etmekte hiç gecikmediler. Ölüm sevgisi
cinsel inzivayı gerektiren en önemli faktörlerden biridir.
Şehvet, yaşam
acısının anlık bir haz olarak duraklamasıdır, bir moladır, ardından
işkence
devam edecektir. Hatta orgazm çığlıkları ölümü
müjdelemektedir. Şehvet
sarhoşluğunda kurtuluşu kaybetmektense cinsel perhizle ölüm
istencimi
güçlendiririm. (Gönülsüz ve hatta nevrotik bir ruh haliyle
cinsel
perhizde yaşayan Nietzsche, Mainländer’i “bekaret
havarisi” diye aşağılamaya
çalışır. Tanrı’yı öldürenler arasında en dindarı
olan bu filozof,
Hıristiyanlığı yeniden kurmak isteyen bir Paulus’tur -bir yaşam
felsefesi
Paulus’u. Her iki filozofun da psikopatolojisini incelemek
ilginç ve kolaydır
ancak bu çok anlamsız bir uğraş olurdu. Her insan gibi her
filozofun da bir
psikolojik temeli vardır. Nietzsche’nin kendini beğenmiş bu
tavrına karşılık
sadece şunu söylemek yeterlidir: Mainländer, kendi deyimiyle
“kocası tarafından
tecavüz edilen, ruhsal açıdan bakire bir annenin”
oğludur.) Nihilizmi aşmak
için her şeyi meşrulaştırmak dinler ve ideolojiler
açısından hatta genel
felsefe açısından da yaygın bir yaklaşımdır; her şey mubahtır bu
illeti geride
bırakmak için: Karşılıklı imha. Bu, Varlık’a anlam
kazandırmak için en belirgin
yoldur. Hıristiyanlığın kurucusu Paulus, “var olduğumuz
için özür dilemeliyiz”
der ve sorar: Kimden? Yanıt: Tanrı’dan! Varlık acıdır, dedi. Ve
acıyı kabul
etti, ölene dek işkencedir varlık. Aynı yaklaşım tüm klasik
ve modern
ideolojiler için de geçerlidir. Her ideoloji
Varlık’ı ille de anlamlandırmak
zorundadır, neredeyse nevrotik bir çabayla anlam üzerine
anlam yaratır. Mainländer
nihilizmi aşmak için hiçbir şey meşrulaştırmaya
çalışmıyor, meşrulaştırmaya
gereksinimi yok, çünkü ona göre Varlık zaten
ölümdür, doğmamak daha iyidir ama
doğduysan da fazla beklemene gerek yok. Ancak yaşamdan
bıkmış zavallılar şu soruyu sorabilir: Olmak ya da olmamak? Olmak
için neden
arayanlar ile olmamak için neden arayanlar birbirlerini aldatan
hokkabazlardır;
dünya onlara göre zaman öldürme mekânıdır.
Amaçları, acı dolu hayatı köleler
gibi yaşamaktır. Hiçbir anlamı olmayan şu işkenceyi uzun uzadıya
sürdürmektir.
Ah ahmaklar! Öldürün birbirinizi, ben kendimi
öldüreceğim. Dinlilere
söyleyeceğim tek şey var: Dünyanın ötesinde
hiçbir şey yoktur, ne cennet ne de
cehennem ne de herhangi bir yer, bir mekân; sadece Hiç
var. Sadece Hiç. Hiç’e
giren ne hareket halindedir ne de hareketsizdir; Hiç
mekânsızdır, biraz uykuya
benzer fakat uykudaki mekânsızlık da Hiç’te yoktur:
İstenç bir bütün olarak
imha edilmiştir -Hiç’te. Ve şunu da
eklemek gerekir Mainländer’in Hiç felsefesini
tamamlamak için: Tanrı da Hiç’tedir.
Dikkat edin, “Tanrı Hiç’tir” demiyorum, bizzat
Tanrı da Hiç’tedir diyorum. İşte
Mainländer. Adım Mainländer,
kendime verdiğim adımdır bu, evreni kapsayan Hiç’i
duyumsasam da içine
atıldığım kent varoluş maceramın çıkış noktasıdır. Ben zamanımın
ötesindeyim,
ancak bir avuç insan görecektir beni zaman ötesinde.
Arz etmiyorum yaşamı,
yaşamayı; hiç âşık olmadım, hiç kadın bedeni
sevmedim, hiç sevilmedim, bir
bakireyim ben -ruhum gibi. Ve bakire olarak ölümü
kucaklayacağım; tek sevgilim,
tek sevdam odur. Kurtuluşun Felsefesi’ne dair sunduğum kuramı,
son sözümü ifade
ettikten sonra, fiziksel varlığımla tamamlayacağım: Hiç’te
kaybolacağım. Evet.
Bakıyorum
Hiç’e. Hiç. Hiç Hiç. Her özne,
her nesne Hiç’e gider ve bir daha aynı özne ve
aynı nesne olarak doğamaz. İnsan bir kez doğar ve doğa gereği bir kez
ölür
ancak her gün ölmek de var, her gün biraz daha
ölmek; bir kez ölmektense
çoğunluğumuz her gün yavaş yavaş ölmeyi deneyliyoruz,
sanki bir mucize
bekleyecek bizi, ölümsüz bir mucize, oysa ölmek de
istiyoruz, ölümsüz bir
yaşamı kim sürdürebilir ki? Fakat insanlar gördüm
ki basit bir hafta sonunu
yaşayamazken, ölümsüz bir ömür arz etmekteler. Evet. Bakıyorum
Hiç’e. Ah, mutlak boşluğun bakışı, sen ey mutlak boşluk,
hiç bir ad seni
betimleyemiyor. Nihil. Ve sadece Nihil. Stirner’in nihilinde bir
negativum, bir
yaratma dürtüsü vardır, kırarak yaratma. Hiçbir
karamsarlığa yer vermeyen, her
yıkımdan ve her yaratımdan haz alan bir nihil. Mainländer'de buna
dair en ufak
bir kıvılcım yok. Haz yok. Tek haz ölüm istencidir. Onun
ateizmi sıradan, isyankâr
ve karşı gelen bir ateizm değildir, bizzat bilimsel bir ateizmdir; der
ki:
Dünya öncesi olmadığı gibi, sonrası da yoktur, dünya
muhteşem bir süreçtir
-kendini tekrarlamayan ve tekrarlamayacak olan. Olmak, Olmamak’ta
sonuçlanacaktır. Dinsel insan, “kader”i
kişileştirmeye ve mutlak Hiç’i bir
mistik dünya, gizemli bir varlık, “Herşeye” muktedir bir
Tanrı olarak algılamaya meyillidir. Ebedi barış ve ebedi mutluluktur
ona göre
Hiç, bir “city of peace”. Oysa Hiç, her
mezarın dibinden ona bakıyor, onu
seyrediyor ve onu bekliyor. Kaçınılmaz olarak onun da gideceği
yer orasıdır.
İnsan, bilgiyle insandır ve bilgi Tanrı’yı da
öldürdü, dünyayı da, insanı da. Âmin. Bu
yazının yayımlandığı yer: Düşünbil/Libido / Bilim ve
Düşün Dergisi / Sayı: 44 / Kasım
- Aralık 2014
|
|