Kategorik Emirsiz Bir Pedagoji

Pedagojide Max Stirner ile Yeni Bir Başlangıç

H. İbrahim Türkdoğan

image8

Biricik'e en uygun düstur: “Kendin ol!” Ama bu da bir emir kipi olduğuna göre, Biricik'in düsturu yoktur.

image8

Ön Açıklama

Pedagoji-değil” ve Antipedagoji

İlk Benlik

Pedagojik Deformasyon

Pedagojik Müdahale

Dostluk İlkesi

Notlar

Kaynakça

Kısaltmalar

image8

Ön Açıklama

“Stirner'in pedagojisi” demiyorum, “Stirner ve pedagoji” demeyi tercih ediyorum. Stirner'i var olan bir pedagojik akıma ait etmek zor olduğu gibi onu bu konuda adlandırmak da zor. “Biricik ve Mülkiyeti” (BvM) bir pedagojik sistem sunmuyor, o halde adlandırılamaz deyip çıkılabilir işin içinden ama yine de akademik bir yol izlemek daha mantıklı geliyor bana; hem Stirner'in bu konudaki düşüncelerini daha yakından tanımlamak hem de onu okurlara tanıtabilmek için. Ayrıca “adlandırılamaz” sonucuna varan yolu da göstermek gerekir.

BvM öncesi ve sonrası bir Stirner'den söz etmek olası. Sonrasında yani tam olarak BvM'den sonra iki çalışması var: ikisi de BvM ile tam olarak örtüşür. Öncesinde yazılan çalışmalar ise BvM'nin ön hazırlıkları olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla “iki Stirner”den söz etmek yerindedir.

BvM öncesinde kaleme aldığı “Eğitimimizin Gerçek Olmayan İlkesi ya da Hümanizm ve Realizm” (1842) adlı çalışmasında şöyle diyor: “Ben şunu söylemeyi tercih ederim: bundan böyle kişisel bir eğitime gereksinim duyuyoruz (bir zihniyetin aşılanmasına değil). Bu ilkeye uyanlar yine bir -ist olarak adlandırılmak isteniyorsa, o zaman kişilikçiler denebilir, benim için fark etmez.”1 Burada bile adlandırmaktan inatla kaçınıyor. Öteki “pedagojik” çalışması “Okul Yasaları Üzerine” (1834) adlı üniversite bitirme tezidir ve diğer metni gibi bunu da BvM'nin bir ön aşaması olarak algılıyorum: BvM bu iki eserde sezilmektedir, yer yer BvM'nin felsefi atmosferi yansımaktadır ama başka bir karakter resmi görürüz bu metinlerde; daha uyumlu, daha toplumsal ve Biricik'in köktenciliğinden henüz uzak.

İlerideki çalışmalar belki bu iki metin üzerine yoğunlaşıp bir “kişilikçiler” “pedagojisi” sunabilir. Ancak içerik olarak bir şey değişmeyecektir ve Stirner'in asıl felsefesi BvM'dedir. Dolayısıyla BvM onun başyapıtı olduğuna göre, buradaki incelememi ona indirgeyeceğim. Ayrıca adı geçen bu iki çalışmasında kendi düşüncesini adlandırmaksızın ifade ederken yer yer kendi döneminin bir pedagojik eleştirisini sunmaktadır. Kısaca: Orada içerik olarak söylenenler BvM'de zaten daha açık, daha keskin, daha belirli olarak dile gelmektedir. Önemsiz çalışmalar olduğunu söylemiyorum, tersine, önemli çalışmalardır ancak aktardığım nedenlerden dolayı burada onları işlemeyeceğim.

image8

Pedagoji-değil” ve Antipedagoji

Antipedagoji kavramı öncelikle genel anlamıyla anlaşılmamalıdır; “anti-faşizm”, “anti-militarizm” vb. anlamında politik bir tarzı olan bir söylem değildir. Birincisi “anti” ve “pedagoji” sözcükleri birlikte yazılıyor yani bir şeye “karşı” olmaktan daha çok kendisi bir “ilke”dir, bir tarzdır, bir biçimdir, bir yaşam şeklidir; tipik kuramsal ve sistematik öğretilerden biri olmamakla birlikte kuramsal ve edimsel bir akımdır. Ancak öteki pedagojik akımlarla hiçbir ortak yanı yoktur, onların tamamen karşısındadır, bununla da onlara “karşı”dır. Amacım bu çalışmamda çeşitli pedagojik türlere değinirken Stirner ile olan benzerlikleri ya da karşıtlıkları sunmak içindir; özel olarak da antipedagojiyi, Stirner'e yakınlığından dolayı burada inceleyeceğim. Stirner'in “pedagojik” düşüncesini bir kavramda sunmak bana yanlış geliyor. Gerekli bulsaydı, kendisi yapardı zaten. Ben Stirner'in “pedagojisini” adlandırmak zorunda kalsaydım “pedagoji-değil” derdim. Bunun hiçbir ilkesi olmazdı, bu da Stirner felsefesine birebir uyardı. Ancak buna karşın hiçbir adlandırmada sabit kalmaksızın ifade etmeye çalışacağım.

Ekkehard von Braunmühl 1975 yılında “Antipedagoji / Eğitimin Kaldırılması Üzerine İncelemeler” adında yankı yaratan ilk kitabını yayımladı. Eğitimin tüm biçimlerini ayrıntılarıyla işlediği ve antipedaojinin ilkelerini betimlediği bu analitik çalışması aynı zamanda özgün bir felsefenin de kapısını açar: Stirner'in Hiç felsefesi. Bu radikal ve aynı zamanda psikolojik olarak güçlü ve cesur eser felsefi açıdan Max Stirner'in “Biricik ve Mülkiyeti”ne dayanıyor. Braunmühl'ün antipedagojik kontekstte Ben kavramı üzerine ifade ettiği şeyi Stirner, Hiç ve geçici Ben bağlamında tanımlıyor. (Ancak, Braunmühl, bu eserini yazarken BvM'yi henüz okumamıştır; bu şansa daha sonra sahip olacaktır.)

BvM'nin yazarı bir anarşist olmadığı gibi kesinlikle bir pedagog da değildi. Bir öğretmen, üstelik başarılı ve okulun beğenisini kazanan bir öğretmen olarak çalıştığı halde ona bir pedagog gözüyle bakamayız. Felsefesinin etiketlenmesi, muhtemelen felsefe tarihinin en büyük hatalarından biridir, aynı zamanda Stirner'in rakiplerinin ve maalesef bazı takipçilerinin de özerk olmayan Ben-kişiliğinin psikolojik eksikliğinin de bir işaretidir.

image8

İlk Benlik

“BvM”de hiçbir şeye indirgenmeyen, kendini yaratan, bağımsız, özerk, kendi yaşamını kendisi belirleyen bir insan türü sunulur; hatta İnsan'ın karşısını Biricik getirilir. İnsan ırkının bir arketipi, bir ilk benlik, evet ama, tam olarak: Tam bilinçli bir ilk benlik sunuluyor bu eserde. Bu kavramı antipedagojik bir çerçevede görüyorum –antipedagojinin sadece çocukluk ve ergenlik dönemindeki insanlarla sınırlı eğitim olarak anlaşılmaması koşuluyla. Eğitimin sadece çocuklukta gerçekleşmediğini özel olarak belirtmeme gerek yok. Antipedagoji de pedagoji gibi sürekli gerçekleştirilen bir yaşam tarzıdır.

Braunmühl, pedagojinin “insanları 'temel yapılarında' şekillendirmek, onların 'yaşamlarını şekillendirme hedeflerini' ve 'yaşam rotasını', neyi 'yaşamaya değer' görmelerini belirlemek iddiasına sahip olduğunu” söylüyor. 'Baskın motivasyonların içselleştirilmesini' zorlamak 'eğitim' terimi ile karakterize edilen bu iddiadır.2 Stirner eğitimi daha somut örneklerle formüle eder:

Karabaşlara, annenize, babanıza ve iyi insanlara güvenemezsiniz, çünkü onlar sizi ayartanlar olarak adlandırılıyor; gençleri hakikaten ayartanlar ve felakete sürükleyenler; kendini aşağılamanın ve Tanrı'yı yüceltmenin tohumunu durmaksızın ekip, genç yürekleri çamura sürükleyen ve genç kafaları aptallaştıranlar deniyor onlara.”3

Buna göre pedagoji duygusal, ruhsal ve sosyal olarak köleleştirilmiş bir insan tipiyle sonuçlanır: kendinden uzaklaşmış, gölgesinde yaşayan bir insan türü. Her iki yazar, antipedagog ve Biricik, ilk benlikle karşılık veriyorlar. Biricik “kavramı” böylelikle yeni bir görüş alanına taşınır: derin psikolojik ve psikanalitik bir perspektiften incelenince anlaşılacaktır. O zaman insanlarda sabit fikirlerin kökeninin nedenini daha iyi anlayabiliriz ve bu da ilk benliği ve onun uygarlıktan geçmiş arı ve bilinçli varyantını anlamamızı kolaylaştıracaktır. Pedagoji yabancı bir belirleme, pedagojikleşmiş bir gerçeklik, hayali bir benlik ve bir düşüncenin yaratığı olarak sonuçlanırlen, antipedagoji pedagojikleşmiş kişinin sahi benliğine, ilk benlik olan kendi kişiliğine geri dönmesiyle sonuçlanır. İlk benlik ve Biricik kavramı şu tümcede asıl ifadesini bulmaktadır:

Kendine-sahip-olan, Biricik’te yaratıcı Hiç’e, doğduğu yere geri döner.”4

Nedir Biricik'in doğduğu yaratıcı Hiç? Önce, ilk benlik kavramını tekrar açıklamaya çalışalım.

İlk benlik, bebeğin kendisidir. Ve onun ruhu, “her şeyin içine akması gereken boş bir mideye benzemez, bizzat “başlangıçtan itibaren esas olarak otonom Ben enerjilerine sahip olan merkezi bir örgütsel ilke, yönlendirme merkezi ve edim kaynağıdır.”5

Ben-öncesi olarak da adlandırılan bu ilk enerjiler, eğitim yoluyla biçimlendirilir, yönlendirilir, bastırılır, baskılanır, uygarlaştırılır, terbiye edilir ve asosyalleştirilir. İnsanlar, ancak empoze edilen yaşam değerlerinin, yani normların, projeksiyonların vb. içselleştirilmesi yoluyla dıştan belirlenmiş görevlerine ve mesleklerine ulaşırlar ve neticede özgünlüklerini tümüyle ya da kısmen kaybederler. Ve kendi öz enerjilerini hüsrana uğratan vatandaşlar olurlar neticede. Artık sadece insansal fikir ve ideolojilerine takılıp kalırlar. İdeolojik ve dinsel dünyalarda yaşayarak gerçeklik arayışına, yani kendilerini aramaya başlarlar. Bu tıkanıklık bir yaşam boyu sürer. Bu durumda: “Anarşist” ya da “polis memuru” olmaları “derin psikolojik açıdan temel bir fark yaratmaz.”6

Şöyle düşünelim: Stirner, kendini önce düşüncelerde ya da ideolojilerde arar ancak hiçbir şekilde bulamaz; yine de özgün kişiliğini, özgün benliğini, Kendi-olmayı kazanmak ister. Aşağıdaki alıntıda, Peter Sloterdijk sorumuzu, kendisi farklı bir sonuca varmış olsa bile, Biricik'in basit ve net bir tanımıyla yanıtlıyor. Diyor ki:

Biricik, 'olgunlaştığında' içselleşmiş dış programlamasını, ona sahip olacak ve aynı zamanda sahip olmayacak şekilde dışlamasnı öğrenir yani onu onun özgür efendisi ve sahibi olarak 'saklar'”.7

Bir zamanlar özerk Ben-enerjileri taşıyan bilinçsiz bir ilk benlik, eğitim yoluyla kendinden yabancılaşmayı yaşar ve ancak 'olgunluk' döneminde bilinçli ve dış programlama olmaksızın ilk benliğini geri kazanır. Kazanımlarının efendisi olma durumuyla ilk-benden, yani bebek-oluştan farklıdır artık; çünkü artık Kendine-sahip-olandır, dış etkenlerin mağduru değildir. Sloterdijk, böyle bir değişimin olanaklı ama zor olduğunu ileri sürerken Stirner'in naif olduğunu söyler.

Habermas ise şu analizi üzerinden Stirner'in “monoman” olduğunu iddia eder:

Stirner’in Biricik’i [...] geleceksiz ve geçmişsizdir. O, her an ne ise, tam odur. Sonuç: Biricik mutlak süreksizdir.”8

Doğru bir Stirner tanımlamasıdır ancak Habermas da tıpkı Sloterdijk gibi muhafazakâr oluşun bir mağduru olmakla içinde tıkandığı ideololojinin dışına çıkamamaktadır. Bu, dünyanın çoğunluğu için geçerlidir.

Kişi dünyaya yalın gelir. Çevresi onu biçimlendirir. Ta ki bir gün “ben kimim?” sorusunu soruncaya kadar. Bunu sorma şansı da olmayabilir, toplumun çoğunluğu gibi boyun eğerek yaşayıp gider. Ne zamanki aldığı biçimi üzerinden çıkarıp atarsa, Kendine -yalınlığına- dönüş yapabilir. O andan itibaren de bir Biricik olarak her an Herşey ve Hiçbirşey olarak yaşar. Sözcüğün her anlamıyla özgürdür, özgürlüğün kendisinden de özgürleşmiştir (bağımsızlaşmıştır); bütün düşüncelerin üzerindedir. Stirner: “Hiçbir şey Benden üstün değildir!”9 Biricik'in anlamı budur. Biricik budur.

image8

Pedagojik Deformasyon

Antipedagoji insanın özgür, özerk ve spontan olduğunu varsayar, bu nedenle de, muhtemelen “iyi ya da gerçek” bir insan olmak için “sosyalleşmesini” gerektiren normlara, yasalara gereksinim duymaz. Bu nedenle, bir hedefe ulaşması için (örneğin, iyi bir vatandaş ya da bir anarşist olmak için) herhangi bir eğitime gereksinimi yoktur. Hatta Braunmühl, “Eğer insanın doğası gereği sosyal olduğu ve insan topluluğuna ilgi duyduğu tezi ciddiye alınırsa, o zaman bu antropolojik ilkeden eğitimin yadsınması olasılığı ortaya çıkar.”10 İnsanın doğası gereği sosyal bir varlık olduğunu ileri süren genel felsefe ve antropoloji ve tüm bilimler bu iddiayı gerçek anlamda ciddiye almış olsalardı, insanın pedagojikleşmesini gerekli bulmazlardı. Kant'ın “İnsan eğitilmesi gereken tek yaratıktır”11 tümcesi tam da insanın sosyal olduğunu varsayan söyleme indirilen bir darbedir. Pedagojiyle birlikte tüm bilimler bu konuda baştan beri bu hatayı tekrarlamaktadırlar. Sosyal olduğu ileri sürülen insanın eğitim üzerinden bir daha sosyalleşmesi bana sorunlu geliyor. Nasıl bir paradokstur bu! Bu paradokstan varılması gereken sonuç: İnsan sosyalleştirilmiyor, sosyal olan insan deforme edilerek asosyalleştiriliyor.

Önce aşağıdaki iki alıntıyı karşılaştıralım.

Braunmühl:

Özerkliğe, kendiliğindenliğe (spontanlığa) eğitim. Bu eğitim hedefleri genellikle her yerde tanınır ve belirlenir ... 'Kendiliğinden ol!' ve 'Özerk ol!' - paradokslar (hasta-olmayan bir çıkışa artık izin vermeyen) modern pedagojinin özünü oluşturur. Kendinden arınma mükemmelleştirilir. Çocuklar artık basitçe saf ve otoriter bir şekilde yönetilmiyor, 'pedagojik olarak desteklenirler, teşvik edilirler.'”12

Stirner, bu paradoksu şu şekilde tanımlıyor:

Pekâlâ insana denilebilir ki: 'gücünü kullan!'. Ne var ki bu emir insanın kendi gücünü kullanması gerektiğine dair bir görevi de hatırlatır. Oysa öyle değildir.”13 Çarpıcı bir benzerlik. Ve Stirner şöyle devam ediyor: “İşte, güçler kendiliğinden çalıştıklarını kanıtladıkları için onları kullanmaya dair emirler lüzumsuz ve anlamsızdır.”14

“Hakiki insan” olabilmek için ilk etapta eğitilmek gerekmiyor. Ben doğuştan “hakiki insanım”. Daha ilk dile gelişim gerçek bir insanın “yaşam belirtisidir”. Gelecekte bir özlem nesnesi değildir gerçek insan, “bilakis şimdiki zamanda gerçektir.”15 Hakiki insan, iyi insan, yararlı insan vb. gibi tek taraflı ve ideolojilerce belirlenmiş kavramlar üzerinden pedagoji kendini kabul ettirmiştir ezelden beri.

Çocuğun birincil otonom Ben-enerjileri engellenmezse, yani “kendiliğindenci-özerkliği” engellenmezse ve hatta saygıyla karşılanırsa ve çocuk herhangi bir amaca yönelik eğitilmezse; “baştan itibaren birincil “kendiliğindenci-özerklik” kabul edilirse çocuklarla insansal bir dayanışma temelinde yaşanabilir ('amacımız dayanışmadır' gibi bir hedef belirlemeksizin).”16 Kendiliğindenlik ve özerklik düşüncesini Stirner'in ve Braunmühl'ün Ben'in gelişimi ve bilinçlenmesi açısından insansal birlikte yaşamanın iki önemli, ve, evet, temel öğesi olarak algıladıklarını söyleyebiliriz.

image8

Pedagojik Müdahale

Kendiliğinden özerk bir varoluş biçimin, özerkliğin eğitim yoluyla elde edilmesi gereken ikincil bir özellik olarak değil, baştan itibaren bir özellik olarak kabul edilmesiyle gerçekleşebilir. Bu kabul, sonuç olarak eğitimi ve âhlâkı gerektirmez; diğer insanların yaşamlarına müdahale etmemeyi gerektirir. Bu bağlamda Braunmühl'ün antipedagojisi çocuklarla ve yetişkinlerle bir edimsizlikten söz eder:

Çocukların iç işlerine karışmama anlamında 'olumlu edimsizlik', 'diğer insanları rahatsız etmemek, onlara ve bize bir şans vermek' kesinlikle antipedagojinin temel ifadesidir.”17

Bu edimsizlik bize, bir-şey-yapmamak üzerinden Ben'i ya da Varlık'ı tanımlayan Lao Tse'nin ifadesini anımsatır. Bir-şey-yapmamak, hiçbir şey yapmamak anlamına gelmez, şeyleri olduğu gibi bırakmak ve eyleme geçmek zorunda kalmadan hareket etmek anlamına gelir. Lao Tse'nin şu sözü bize Stirner'in aşağıdaki sözünü anımsatır:

Yol, her zaman bir-şey-yapmama durumunda kalır ve yine de yapılmayan hiçbir şey yoktur.”18Ya da: “Bir-şey-yapmama noktasına varıldığında her şey yapılmış olacaktır.”19

Stirner'den yukarıda verilen iki alıntıyı (13 ve 14) okuyalım ve onlara şunu ekleyelim:

İnsan hiçbir şeyle 'görevlendirilmediği' gibi bir 'ödevi' ve bir 'belirlenimi' de yoktur, tıpkı bir bitkinin ya da bir hayvanın da bir “mesleği” olmadığı gibi. Bir çiçek, açmak için hiçbir buyruğa gerek duymaz, bütün gücünü bu dünyadan olabildiğince haz almak ve onu tüketmek için harcar, demek ki gücü yettiği kadar toprağın özsularını, gökyüzü tabakasının havasını, güneşin ışığını olabildiğince emmeye ve bünyesinde barındırmaya çalışır.”20

Stirner, insanların bitkiler ve hayvanlar gibi yaşaması gerektiğini ileri sürmüyor elbette; buna değiniyorum, çünkü bu söylem karşısında “biz hayvan değiliz” diyen ebeveynlere ve düşünürlere tanık oldum. İlk benlik ve özerklik bağlamında yazdıklarım doğru okunursa, böyle garip bir sonuca varılmaz elbette.

Şimdi, özerklik ve kendiliğindenlik sorununa son bir kez bakalım. İnsanın varoluşunun bu iki temel unsurunu canlandırmak, hayata geçirmek, onlara özgün içeriklerini vermek için antipedagoji bu gelişim sürecini kolaylaştırabilir.

“Biricik ve Mülkiyeti” insanın gelişim psikolojisiyle başlar, onu tüm karmaşık psikolojik koşulları, alışkanlıkları ve özellikleri içinde inceler ve analiz eder ve bir tür radikal bir psikanaliz sunar; Braunmühl'ün dilinde ifade etmek gerekirse, bir “antipsikopedagoji”. Bu, hayaletlerin, sabit fikirlerin, iç polisin, ergenlerde ve yetişkinlerdeki iç rahibin/rahibenin üstesinden gelmeyi hızlandırabilir. Ancak bu, bir kişinin belirli bir şablona ya da örneğe göre eğitilmesi ya da bir kişiyi “gerçek insana” ulaştırmak için ideallerin olduğu anlamına gelmez.

Pedagoji insanın benini parçalayarak zamanla onu benliksizleştirir. Antipsikopedagoji ise insanın bireysel, kişisel, kendi bütünlüğünü geliştirmesini sağlayabilir ve böylece kendi temel benlik duygusunu, içgüdüsünü ve zekâsını otonom olarak kullanmasını sağlayabilir. Burada bir noktaya daha değinmek gerekecek: Antipedagoglar, çocuğun işlerine karışmadıkları için çocuğun gelişimine ve büyümesine tamamen kayıtsız kalmakla suçlanmaktadırlar. Bu, kanıtlanamaz bir iddia olmakla birlikte pedagogların ve çeşitli ebeveynlerin deneylenmemiş önyargılarını, çocuklarına müdahale etmemekle onları kaybetme korkusunu ve onlara egemen olamama endişesini açığa vurur.

Şu örnekten anlaşılacağı gibi antipedagoglar hiç de kayıtsız kalmazlar, bizzat iletişimde oldukları herkese sorumluluk duyarlar. Ancak antipedagoglar çocuklara belirli bir düşünce empoze etmezler, bizzat gelişmelerinde yanlarında olurlar.

Bir kaya havaya uçurulurken, yakınlarda bulunan birini oradan uzaklaşması için uyarırsam, bu moral etki sayılmaz; bir çocuğa, sofraya gelen yemeği yemezse aç kalacağını söylemem de moral etki değildir. Ancak çocuğa şunu söylersem: Dua etmelisin, anne ve babana hürmet etmelisin, haç’a saygı duymalısın, hakikati söylemelisin vb. çünkü bu insanın bir niteliği ve görevidir ve hatta Tanrı buyruğudur, o zaman moral etkiyi tam olarak uygulamış olurum.”21

Yetişkinlerin kendi normlarını çocuklara çeşitli yöntemlerle, terbiye biçimleriyle empoze etmeleri müdahaledir. Bu normları empoze etmeyen antipedagoglar “kayıtsız kalmakla” suçlanırlar.

image8

Dostluk İlkesi

Bu bağlamda Braunmühl birkaç ilkeden de söz eder. Bunlardan biri de “dostluk ilkesi”dir. Bunu örneklemeden önce pedagogların iki yüzlü ve kurnaz düşüncelerine değinmek istiyorum kısaca. Günümüzün sıradan okul pedagojisinden başlayıp Rousseau'nun Émile'ine kadar geriye gidip baktığımızda her birinde iki yüzlülük ve kurnazlık görürüz. Tabii ki pedagoglar buna “yöntem” ve hatta “sanat” demek zorundadırlar. Çocukları aldatma sanatı ve yöntemi. Batı dünyasının pedagojisini köklü bir biçimde etkileyen Rousseau, “Émile ya da Eğitim Üzerine” adlı pedagojik eserinde bir polisiye filmindeki detektif gibi Émile'in peşine düşer. Onu belirli bir noktaya getirmek için bütün kurnazlıkları (yöntemleri) kullanır. Şu sözleri pedagojinin kurnaz temelini oluşturmakla birlikte zedelenmiş bir psikolojiyi de açığa vuruyor:

O [çocuk] daima kendini efendi sansın, oysa her zaman siz olun efendi. [...] Kuşkusuz, çocuk ancak istediğini yapmalıdır; ama yalnızca yapmasını istediğiniz şeyi istemelidir.”22

İlk tümcede kurnazlık açık açık, hiç gizlenmeden, bir erdem olarak iletiliyor. İkinci tümce çocuk üzerinde egemenlik kurmak isteyen Stalin ya da Hitler türünde bir karakter çağrıştırıyor. En azından Orwell'in distopik romanında her şeyi kontrolü altına alan Büyük Birader'i anımsatıyor. Genel pedagojilerin temel amacı da budur; çocuğu yetişkinlerin istemlerine, amaçlarına göre biçimlendirmek, deforme etmek. Evet, yukarıda da vurguladığım gibi bu kavram daha uygun, çünkü eğer çocuk zaten sosyal ise, ki öyledir, o zaman onu eğitmek deforme etmektir.

Rousseau'nun şu tümcesi de yine genel pedagojinin temel taşını oluşturur:

Hiçbir şey bilmeyen, hiçbir şey yapamayan, hiçbir şeyi tanımayan zavallı çocuk tümüyle size bağlı değil midir?”23

Hayır, değildir! Bizzat ebeveynler çocuklarına bağlıdır! Hangi anne ya da hangi baba bu duyguyu taşımaz? Çocuk sevgisi taşıyan her psikoloji çocuğa bağlı olduğunu en iyi şekilde bilir. Rousseau'nun bilmediğine şaşırmıyorum, neticede kendi çocuklarını terk eden bir baba olarak eğitim üzerine yazan bir kişi ne kadar sahip olmuş olabilir bu sevgi bağına? Çocuklarına karşı yaptığı bu sorumsuzluk ve acımasızlığa ilişkin sunduğu gerekçeler hiçbir şekilde hiç kimse tarafından tanınmadı ve tanınmayacaktır. O “zavallı” çocuklar Rousseau'ya o kadar bağlı olmuş olmalıydı ki Rousseau onları terk etmek zorunda kaldı. Tipik Hıristiyan âhlâkı. Fiziksel olarak kendisinden güçsüz olanı zavallı diye aşağılamak. Oysa meselenin ardında çocuğun psikolojik gücü yatıyor. Bu güçtür ki ebeveynleri çocuklarına bağlar. Rousseau, çocuklarına olan doğal bağlılığını inkâr etmek için ters yönde bir söylemde bulunur ya da gerçekten de (kendi çocukluğunda yaşamak zorunda bırakıldığı zedelenmiştikten dolayı) bu doğal sevgi bağını yitirmiş olduğu içindir.

Pedagojikleşmekle zedelenmiş bir toplumda duyarlı olmak neredeyse imkânsız ama yine de bu duyguyu çocuklara yaşatabilen, sevgisini kaybetmemiş yetişkinler mevcut.

“Émile ya da Eğitim Üzerine” adlı kitap filmleşmeyi bekleyen pedagojik bir polisiye senaryosudur, oyunun kurbanı Émile, katili ise Rousseau'dur.

Anti-otoriter eğitimin kurucusu Alexander S. Neill'de de pek farklı değildir pedagojik dürtü. Açık söylemek gerekir: Anti-otoriter eğitim kuramı ve pratiği: Çocuk kazıklama maceraları. Bu konuda daha fazla örnek verme gereği duymaksızın modern pedagojiyle birlikte tüm pedagojiler için Emile örneğinin geçerli olduğunu vurgulamak isterim: Aldatmak, hilekâr davranmak, yalan söylemek, samimi davranmamak, art niyet taşımak, ideolojik ve dinsel davranmak, belirli bir düşünce uğruna terbiye etmek vb. Buna Leo Tolstoi'un “Yasnaya Polyana”sı, Paulo Freire'nin “Ezilenlerin Pedagojisi” ve hatta “liberter” ya da “anarşist” pedagoji olarak sunulan çeşitli metinler de dahildir.

Şimdi “dostluk ilkesine” değinip metnimi sonlandıracağım. Braunmühl'de dostluktan kasıt çocuklarla, gençlerle, yetişkinlerle, herkesle spontan olmak, arkaplanda bir takım kurnaz düşünceler taşımamak ve o düşüncelerle insana yaklaşmamak. Bunun örneğini Stirner'den vereceğim. Uzunca bir alıntı olacak ama Stirner'in pedagojiye ilişkin felsefesini tam olarak açıklamış olacaktır:

Eğer Hess egoist birliktelikleri kâğıt üzerinde değil de, yaşamda görmek isteseydi, elbette daha farklı bir durum söz konusu olurdu. Faust, tam da bu türden birlikteliklerde bulur kendini, şunu haykırdığı an: 'Ben burada insanım, burada insan olabilirim' – Goethe hatta burada yazılı olarak veriyor. Hess, çok önemsediği gerçek yaşama dikkatlice baksa, o zaman bu türden yüzlerce, kısmen çabuk gelip geçen, kısmen de sürekli egoist birliktelikler gözlerinin önünde görecektir. Belki şu sıralar Hess’in penceresinin önünden çocuklar bir arkadaşlık oyunu için bir araya koşuyorlardır; Hess, onlara baktığında eğlenceli egoist birliktelikler görecektir. Belki Hess’in bir arkadaşı ya da sevgilisi vardır; o zaman bir kalbin diğer bir kalbi nasıl bulacağını bilebilir ve karşılıklı zevk almak için ikisinin de nasıl egoistçe birleştiğini ve her ikisinin de “nasibini alarak” zevk alacaklarını bilebilir. Belki de sokakta bir iki arkadaşıyla karşılaşacak ve şarap içmeye çağrılacaktır; sevgiye hizmet etmek için mi onlarla gidecek yoksa zevk alacağını düşündüğü için mi onlarla birleşecek?” Arkadaşları “fedakârlık” adına mı ona teşekkür borçlular yoksa bir saatçiğine bir “egoist birliktelik” oluşturduklarını biliyorlar mı?”24

Stirner'in, “Egoistlerin Birlikteliği” olarak ifade ettiği düşünce Braunmühl'ün “dostluk ilkesi” ile aynı düzeydedir. Ancak Stirner bu birlikteliği bir ilke olarak belirlemiyor, sadece bir yaşam tarzı olarak benimsiyor. Braunmühl, dostluğu bir ilke olarak tanımlamış olsa da içerik olarak onun da demek istediği spontan birlikteliklerdir.

Sonuç: Pedagoji, yapısı gereği ne tam aydınlanmacıdır ne de tam aydınlatıcı. Aydınlanma projesinin başarısızlığının temel nedenlerinden biri de şimdiye kadarki pedagojik dürtüdür. İnsan, aklını kullanma cesaretini gerçekten gösterebilseydi, Hıristiyanlıktan devraldığı iki yüzlü âhlâkı çoktan geride bırakmış olurdu, ama bu metinden de görülebileceği gibi tam da o zihniyetin çıkmaz sokağında boğuldu pedagoji ve onunla birlikte psikoloji. İnsanın “eğitilmesini zorunlu” bulan Kant, gereken cesareti gösterebilseydi, dinlerle birlikte eğitimi kaldırmayı en azından Aydınlanma projesinin bir ilkesi sayardı. Ne var ki onun cesaret söylemi sosyal insanın ancak asosyal bir “yaratığa” dönüşmesini gerekli bulmuştur.

Pedagoji bir düşünce denetimidir. Stirner, çocuğun âhlâk kurallarına ve bununla da eğitime gereksinimi olmadığını; denetimsiz, normsuz, âhlâk temeli olmayan özerk ve spontan birlikteliklerle renklenmiş dostluklara gereksinimi olduğunu varsayar. Bu, pedagojinin sonu ve ondan bağımsız yeni bir başlangıçtır.

image8

Notlar

1) Stirner, Max: Das unwahre Prinzip unserer Erziehung oder der Humanismus und Realismus. LSR-Verlag, 1986, s. 97. (Eğitimimizin Doğru Olmayan İlkesi Üzerine ya da Hümanizm ve Realizm. Çev: Hit)

2) Braunmühl von, Ekkehard: Antipädagogik. Studien zur Abschaffung der Erziehung, Beltz Verlag, Weinheim und Basel, 3., korrigierte Auflage 1980,  s. 78. 

3) Stirner, Max: Biricik ve Mülkiyeti. Norgunk, İstanbul 2017, s. 148

4) A. g. e., s. 334.

5) Braunmühl, a. g. e., s. 157. 

6) A.g.e., s. 159. 

7) Sloterdijk, Peter: Kritik der zynischen Vernunft, Suhrkamp 1983, Band 1, s. 194. 

8) Habermas, Jürgen: Das Absolute und die Geschichte im Denken Schellings. Bonn 1954 s. 23-24, 26.

9) Stirner, a. g. e., s. 9.

10) Braunmühl, a. g. e., s. 167. 

11) Kant, Immanuel: Der Denker und Erzieher. Deutsche Buch-Gemeinschaft, s. 346, Berlin 1924.

12) Braunmühl, a. g. e., s. 153. 

13) Stirner, a. g. e., s. 297. 

14) A. g. e., s. 297.

15) A. g. e., s. 297.

16) Braunmühl, a. g. e., s. 167. 

17) A. g. e., s. 104.

18) Lao Tse: Tao-Te-King. Diogenes 1990, s. 37. 

19) A. g. e., s. 48. 

20) Stirner, a. g. e., s. 296. 

21) A. g. e., s. 76. 

22) Rousseau, J.-J.: Émile ya da Eğitim Üzerine, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, s. 165.

23) A. g. e., s. 165.

24) Stirner, Max: Rezensenten Stirners. LSR-Verlag, 1986, s. 97. (Stirner'in Eleştirmenleri.) Çev: Hit.

image8

Kaynakça

Braunmühl von, Ekkehard: Antipädagogik. Studien zur Abschaffung der Erziehung, Beltz Verlag, Weinheim und Basel, 3. korrigierte Auflage 1980.

Kant, Immanuel / Der Denker und Erzieher. Deutsche Buch-Gemeinschaft, Berlin 1924.

Rousseau, Jean-Jacques / Émile oder Über die Erziehung. UTB, 1995.

Rousseau, Jean-Jacques / Émile ya da Eğitim Üzerine, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Sloterdijk, Peter: Kritik der zynischen Vernunft, Suhrkamp 1983, Band 1.

Stirner, Max: Biricik ve Mülkiyeti. Norgunk, İstanbul 2017.

Stirner, Max: Rezensenten Stirners. Wigand’s Vierteljahrsschrift. 3. Band. Leipzig 1845.

Stirner, Max: Das unwahre Prinzip unserer Erziehung oder der Humanismus und Realismus. LSR-Verlag

1986.

Tse, Lao: Tao-Te-King, Diogenes 1990.

image8

Kısaltmalar

Hit = H. İbrahim Türkdoğan

image8

line1.gif

yukarı E- Mail Ana Sayfa