H. İbrahim Türkdoğan Bu metnin
ilk yayımlandığı yer: Aratos Dergisi, Mayıs-Haziran (Sayı 51) 2012
Varlık ve yoklukta savrulup yiten gezgin düşlerim, yer ve gök arasında sıkışıp kalmış ruhum, uçurumlarda dalgalanan gölgelerim, – hepsi yalan ve bir o kadar da absürt. Dünyada-olmamın bilinci bu gezegene hapsolmamın yansımasıdır. Her birimiz hiçlik
duygusunu, şu koskocaman boşluğu
yaşamışızdır, kimimiz bir an, kimimiz birçok kez, kimimiz
her zaman. Hiçbir
zaman diyen var mı? Bütün
düşünce tuzakları işte bu Hiç anında
varlaşmaktadır, varlaşan bu tuzaklarla nasıl hesaplaşırız peki? İşte
düşünme
sanatı burada başlar. Sabit fikirli,
Hiç’i tünel olarak algılar,
Hiç’teki ışığı
görmez, dolayısıyla ışıktan kaçarak ışığın
sonundaki tünele ulaşır. Her
aydınlığın bir de karanlık yanı vardır, sabit fikir bu karanlıktır.
Aslında
Hiç’teki insanın yani her insanın pek fazla
şansı yoktur, iki seçeneği vardır:
Ya ışık ya tünel. Düşünce yaratmak, kurmak,
bozmak, yeniden kurmak, yeniden
bozmak, ta ki kaosta bir düzen kurana dek. Kurulan
düzen her an değişebilmeli
ve düzenleyici değişimi içselleştirebilmelidir; bu
demektir ki, kişi belli bir
düşünceyi değişmez bir hakikat olarak algıladığı an
sabitleşir ve giderek sabitleştiği
düşünceye saplanıp, saplantıyı göremeyecek
duruma gelir. Bilinçaltı ona bir
oyun oynar. Onun Hiç’ten kurtulma şansı yoktur,
kurtuldum dediği an Hiç duygusu
onu ötekine (bir başkasına) sevk eder, o, Hiçlik
duygusunu ötekine yansıtmaya
başlar. Ve: Kendinde baş edemediği Hiçlik duygusunu
ötekinde imha etmek ister
ve eder. İşte sabit fikrin saldırganlığı. Ötekini imha edince
Hiç’i imha
edeceğine inanır. Nasıl bir paradokstur bu! İşte bilinçaltı
oyunu. Hiç yok
edilir mi, hiç? Yaratma ve imha
etme Bu ikisi arasında insanın kaderi
belirlenir. Her birey kendi
içinde kötülük taşır - bu
potansiyel mevcuttur - iyilik potansiyeli taşıdığı
gibi. Düşünmek edimi takınaklıda musallat olarak
yaşanır; takınaklı, düşünceyi
kendine musallat olmuş olarak algılar, böylece
düşünceyi de imha etmesi
gerekir. Özgür olarak yaşanamayan
düşünce ötekiyle birlikte imha edilmesi
gereken nesneye dönüşür. Yine bir
bilinçaltı oyunu. Ötekini imha edince
düşüncenin imha edildiğine inanır. Düşünsel tabu
edimleşirken bedeni araç olarak kullanır, ideolojik
giysi tabunun realitesidir, edimlenişidir. Tabu can
çekişirken ölümün kapısını
beden fetişizmine aralar. Beden ilahi kostümün
altındaki kirlenmişliktir: İçeriden
dışarıya doğru kirlenen beden kutsal adı altında dışarıdan
içeriye doğru ilahi
kostümlerini fetişize ederek kirlenmişliğini meşrulaştırır.
İdeolojik giysi meşrulaştırılmış
ilahi kirlenmişliktir. Saplantının
adı var. Saplantının
adı değil, adları var: Gelenek-görenek,
örf-âdet. … Düşünce
estetiği Düşünmenin tadına
varan Tek, düşüncelerine saplanmaz,
düşüncelerini
yaşar, yaşarak tüketir, düşüncesizleşir.
Tek, genel geleneklerdeki karanlığı ve
sarsılmaz sabitliği görebilendir, dolayısıyla kendi geleneğini
kendisi yaratır
ve yarattığı gibi de yıkar. Kendi tarihini kendisi kurar, kendi
güncelliğini ve
geleceğini kuracağı gibi. Düşünmenin tadına varan
Tek, ışıkta yürür, karanlıkta
yürürken de tünelin sonundaki ışığı
görür. Ona göre genel gelenekler genel
geçicidir. Gelenekler yaşanarak tüketilmek
için, gelenekler yok edilmek için
icat edilmiştir. İşte bu güzel bir
düşüncedir. Ne var ki, bu güzel
düşünce
tıpkı her güzellik gibi geçicidir. Felsefeyle
şiirin evliliği böyle
bir şey olsa gerek. Düşüncelerin dansı. Ancak banal
romantiğe,
karanlık metafiziğe, sıkıcı sosyolojiğe yer yok bu evlilikte. Şiir,
olacaksa analitik
olsun - felsefe gibi. Felsefe, olacaksa dans etsin - şiir gibi. Saplantının
adı var. Saplantının adı değil, adları var:
Dar kafa, sınır zekâ.
… Sabit fikirliler gelenekler
çerçevesinde ördükleri
evliliği cinsel
malzemelerin karşılıklı kullanılışı (Kant) olarak
uygular. Bu durumda dinsel boyuttaki cinsel fetişizmin ve cinsel
sapkınlığın
oluşmamasını beklemek abes olur. İçimden
çıkarıp
atamadığım ölüm rengindeki soğuk ve loş
düşünceler edimlerimin
gücünü yakan bir
cehennem ateşi gibidirler. Bu, soğukla sıcağın katışıksız sevişmesi
olsa gerek. Nasıl ki, haz
aldığımızı sandığımız anlardaki o aldanma bilinci kaçınılmaz
olarak hüznü
anımsatıyorsa, Hiç’ten aldığım Varlık hissi o
denli amansızdır.
|
|