|
|
|
|
|
O kadar düşünceliyiz ki,
düşünemiyoruz bile? Düşünmeyi o
kadar biçimlendirmişiz ki, çay bardağındaki
kaşık gibiyiz. Kendimize bakarken, kendimizi değil,
düşünce’nin içinde nasıl
göründüğümüze bakıyoruz.
Kendimizi o kadar 'kaşık'laştırmışız ki, kendimizi
şeker dolu bir çay bardağı olmadan
düşünemiyoruz. Kendimizi 'eylem'e, eylemi
normlara göre belirliyor, belirleme eylemini neye
göre belirleyeceğimizi
unutuyoruz. Boş laflar ediyorum. Hatırlamanın gerekli olduğunu neye
göre
belirliyorum? Hatta şu 'neye göre belirleme' meselesini neden
düşünüyorum.
'Neden kendimi anlamak için kendi-dışımdaki nedenleri arama
ihtiyacı
hissediyorum?' Boş laflar.
Üzülmek yaşam
belirtisidir. Ama yaşadığımı hissetmem için
üzülmem mi gerek? Sahi, yaşamayı
hissetmek nedir? Bana göre hissetmek için o an'ın
çoğul'undan farklı bir şey-şeyler
olmalı. Yaşamak, bu an'ların sahibidir. Bu sahibi nasıl hissedeyim? Bu
sahiple
iç içeyim. Hatta hisseden o. –Bir
şeyler hissetmek neden bu kadar gündemde?
İnsanlar yaşadıklarını hissetmek için neler yapıyor?
Önce aşık oluyorlar,
sonra üzülüyorlar,
üzülmeyenler seks makinesine
dönüşüyor. Bir makine, üretme
eylemini ve ürettiğini hissedemez. İnsan
hissizleşme-makineleşme eyleminden
kaçmak için seks'in biçimini
değiştiriyor. Yeni seks stilleri üretiyor vs. Bir
süre bu da insan'ı makineleştiriyor. Hepsi
sıradan-tüketilecek şeyler haline
dönüşüyor. Aptal insanlık, hissetme
saplantısıyla neleri sıradanlaştırdın,
neleri kutsallaştırdın? Sen, kendi ürünün
olmayan ürünler arasında sıkışmışsın.
Bu dar alandaki düşüncelerin de doğal olarak kendi
ürünün değil. Sen,
etrafındaki ürünlere bakarak ne olman gerektiğini
yorumluyorsun. Onlar gibi
geniş, yer kaplayan bir 'ürün' olmak istiyorsun. Sen,
kendini 'ürün'leştiriyorsun.
Bir yandan ölümsüz
düşüncelerinin etkisiyle hayatına anlam katmak
istiyorsun,
diğer yandan sonsuz bolluğun verdiği şehvetle her şeyi tatmak
istiyorsun.
Kültürleşmiş hayvansallığın ile hayvansal
kültürün sen'i boğuyor, gebertiyor ve
sen bunu izliyorsun. Bir aç için, yemek yeme
göz kamaştırıcıdır: Bu hayranlıkta
bir haklılık vardır. Ama sen? Her şeyi o kadar benimsedin ki, 'ben'in
hiçbir
şey hissetmiyor. 'Aşık' oldun, aşk'ı tatmaz oldun, 'akıllı' oldun, aklı
bilmez
oldun. Ben'ini öyle doldurdun ki dünyayı
çölleştirdin. Sen, çöp
yığınısın. Ve
çöp yığını olan kafan daha da pislenmek istiyor.
Ben'ine sahip olmamış
sahiplerle tanışmak için yollara düşüyor,
yeni kafalar keşfediyorsun. Henüz
orta yaşlarda kafa kesmeye alışıyorsun. Sonunda 'katil',
'öldürerek-işkence yaparak
haz alan' niteliğini de sahipleniyorsun, sahiplendiğini sahibin
belliyorsun.
Özgürce hareket ediyorsun. Ama şu keşfetme isteğine
fena halde kölesin. Nefes
almanın verdiği his benim için ne kadar sıradansa, senin
için de bir hatunla
sevişmek o kadar sıradan. Benim için bir şeyin
sıradan-kutsal olmasının önemi
yoktur. Çünkü ben sıradan olma korkusuyla,
kutsal yaşama hayaliyle yanıp
tutuşmam. Ama sevdiğim bir kadının gözünde sıradan
olmak istemem, onlar
'kutsal'ları severler. Ama kutsalı sevme konusunda erkeklerden
ayrılırlar
(benim bahsettiğim kadınlar, erkekler: Sizin anladığınız
kadın-erkeklerden
değildir). Kadınlar, kutsallığı kendileri yaratırlar, erkekler ise
'peygamber'idir bu kutsallığın, o'nu yayarlar.
'Hiçbir ilkeye , hayale,
ruh haline, duyguya vs. kendimi adamazsam: Hareketsiz bir nesneden ne
farkım
olur, bir nesne başkaları tarafından hareket ettirilir, oysa ben kendim
hareket
etmek istiyorum, bundan dolayı kafamdaki şey'e göre hareket
ediyorum.' Seni
hareket ettiren beynindir, beynin senin kafatasında yaşasa bile,
beyninin
içinde sen dışlanırsın. O, asla şu anki hayatını onaylamaz,
mızmızlanır, bir
fahişeden farksızdır. Senin duygularına sahip olmayan her şeye sahip
olmak
ister. Ben, bir tipten tiksinirim, karakter'e ise her daim farklı
yaklaşırım.
Peygamberler bu konuda akıllıdırlar. Ya çoktanrılı dinler
yaratırlar ya da
yaratıcılarını sonsuz sıfatlı yaparlar.
İnsan, bilinçdışının en yoğun
yansımalarından biri olan yaratıcı figürlerinde bile
'sıfatların ötesinde
olmayı' başaramamıştır. Allah, Yehova her daim her şeyden
üstün olandır,
yaratıp yok eden o'dur. Ama yaratma eylemini-kudretini yok edecek bir
yıkma
gücü, yıkma gücünü
yaratıcı hale getirecek bir dehası yoktur. O, bilinen tüm
şeyleri yapabilecek güçtedir. Ama o
gücünden vazgeçebilecek
güçte değildir.
İnsanın mutlak yaratıcıdan güçlü olmasının
nedeni: Kendi kendini imha
edebilmesindendir. Tanrı'nın gücüne en çok
yaklaşan Hitler bile intihar edecek
kadar onurludur. Yenileceğini anladığı an hayatını noktaladı. Mutlak
yaratıcı
ise hala umut içinde, oysa her yanı şeytanın askerleriyle
sarılı, evinin (kabe)
önünde bile düşman kaleleri var!
Bizler hala mutlak yaratıcının
gücünü
hissetmeye çalışıyoruz. 'Kendi yumruğunu kullanmayan
başkasınınkini balyoz
sanırmış.' Biz, gücü hala
güçsüzlüğün egemen
olduğu mekanlarda arıyoruz.
Aslında gücü arayan, bu mekanlardan geçmek
zorundadır. Çünkü böyle
mekanlarda
güç gösterileri yapılır.
Güçsüzlüğün egemen
olduğu yerde güç takıntısı vardır.
Ben güçlüysem, bunu neden hissetmek
için gücümü harcayayım, o: Her an
benimle
birlikte. Ama, asla onun köpeği değilim.
Gücünü kendisi olarak
görüp: Ben orada
farklı bir şey göremedim' diyecek olan, gerçekten
kendisine yeten, kendisinin
kaynağı olan, kendisindeki nehirle diğer topraklara bereket katacak
olandır.
Kendimizi göremiyoruz,
çünkü
gözlerimiz bizim değil. Z Z L G A! Sen, yayınevinin
gözünde boş bir kağıt,
Uzakdoğulunun gözünde anlaşılmaz harfler
bütünüsün. Senin gözlerin,
yayınevinin
yarar'ından beslenmez, Uzakdoğulunun dil'inde anlamlanamaz.
Düşün, anlaşılmak
da senin lügatında olan bir şey değildir. Lügat,
senin ihtiyacın olan bir şey
değildir. İhtiyaç, üretilendir, üreten ise
makinedir. Sen, makineden öteysen: Kendini
bir makine sisteminin çarklarını izleyerek anlamlandırmaya
çalışma! 'Onun
benzine ihtiyacı varsa benim de yemek yemeye ihtiyacım var.' Deme, bunu
dersen,
yüzüne şöyle haykırılmasını hak edersin:
'Makinelerin sadece bir benzine
ihtiyacı var, o zaman senin de tek bir yemeğe, giysiye, eve ihtiyacın
var,
gerisi lükstür.!'
Tüm felsefe 'tek-mutlak'
ihtiyaç, düşünce üzerine
kuruldur. Bu, makineci düşüncenin
sorgulanmamasındandır.
Hatta sorgulamanın bile 'çark'lara göre
ilerletilmesindendir. Birisi dünyanın
anlamını: Acıdan kaçmaya yordu, diğeri zevk-ü
sefaya, bir başkası paraya, öteki
kadına. En sıkılgan insan tipi bunlardan çıkar. Acıdan
kaçma düşüncesiyle
hareket eden biri, her yerde onu görecektir. Bu
düşünceyle yaşadığından acıya
duyarlı hale gelecek, hatta yüzü bilgisayar başında
yağlanmış, mastürbasyon
yapan bir salaktan öteye geçemeyecektir. Ya
zevk-ü sefacılar? Her yerde zevk'i
bulacaklar, ama her yerde seni görürsem senden
kaçmak isterim? Ve böylece
'zevk' denilen şey bir yükümlülük
haline gelecektir. Hatta onun için ne canlar
alırız? Ne kadınlar üzeriz?
-Hoşgörülü, hanım hanımcık olmanızı
söylemiyorum.
Tek bir düşünceyle hareket edip kendi zıttını
yaratan, 'mızmızlık' yapmadan
yaşayamayan insan sayısının azalması gerekiyor sadece.
İçinizde 'farklı' şeyler
olursa, sizi anlatacak tek bir dil kalmaz, yüzlerce alfabe
gerekir, yüzlerce
gramer vs. Bir şeyleri tek yönden arzulamak, yere bakarak
yürümekten
farksızdır. Yeraltının gizemliliği üzerine kafa yorarken, yerüstündeki
güzellikleri kaçırırız. – Umarım, bir an önce yerin
altında olursun.
Ben bir isyankar değilim. Bir
muhafazakar da değilim. Benim bir sonucum yok. İçimdekileri
sentezleyecek bir
ad'ın altında hareket etmem. Ama görünürde:
Hareketlerimle bu adları
yaşatabilirim, her birini. Sen, bunu
ikiyüzlülüğe yor. Ben,
yüzsüzüm!
İnsanlar, illa ki bir ad altında
yaşamakta ısrar ediyor. Bu durumun
soykütüğünü yapmalı birileri.
Bireye 'güç'lü
olma düsturu veriliyor ve o buna boyun eğiyor.
Gücün neye göre belirlendiğini
biliyor ama nasıl bir düşünce sistemiyse,
belirlenmenin bir güçsüzlük
olduğunu
göremiyor. Kendisini tek bir alanda yetkin kılıyor. Yeni
alanlar yaratabilecekken,
büyük bir bakan'dan ötesi olamıyor.
Çünkü o, bu durumu hayatın tüm
amacı olarak
görüyordu ve 'amacı olanlar' bu yolda ilerleyedursun.
Spinoza, kendisine
'sevinç' veren şeylere yürüsün,
yürüdüğü yolda
'sevinç'li olsun. Sevinç veren
şeyi her gün görsün, görmese bile
tüm gördükleri o'na sevinç
versin. Her gün
bayram olsa, bayram: Bayram olarak kalır mıydı? Bu kadar sevincin
arasına acı
girse ve sevinç bundan sonra yaşansa? O zaman da her acıdan
sonra zevk yaşandığı
için bu durum da bir 'düzen' haline
gelmeyecek mi? Hayatı, seks yaptığı kadın
sayısını reklam yaparak tadacak olan birinin, ömür
boyunca kaç rekat namaz
kıldığını hesap eden bir müslümandan farkı yoktur.
ZZLGA!
Hayatta kutsal bir
amacı olanlar, hayatı saat gibi ayarlayanlardır. Ve bazı saatlerde
uyumak,
bazılarında okula gitmek gerekir. Kendi kurduğu saat tarafından
kurgulanmak
saçma bir şey değil mi?
Benim
için ne zevk ne acı ne
fayda vardır! Zevk, acı, fayda ve diğer tüm kelimeler: Benim!
Ben ise tanımlanacak
bir şey değilim. Bu ben'im en belirsiz halimdir: Şimdilik keşfedilen.
Tanımlanamaz oluşumdan kendimi yorumlamam. Anlam arayışının dinsel,
yorum'un
teolojik bir kalıntı olduğunu gördüğüm
günden beri… ZZLGA!!! Ben sadece
yaşarım. Şimdi susma vakti. Kahkaha atmak serbest!"
|