Düşüş H. İbrahim Tükdoğan
Tek,
kendini atılmış hisseder önce. Sonra kendini atılmış düşünür '
bu gücü Hiç'ten alır. Bu güç vardır zaten, bu güç varoluştur. Varoluş,
Hiç'in bilincidir. Tek, düşer. İnsanın yere düşerken bedenini ve
bedeninin verdığı tinsel ve ruhsal acıyı hissetmesi gibi, Tek, düşer.
Düşme ya da düşüş Tek'in varoluşunun habercisidir. Düşüş aynı
zamanda rastlantıya düşüştür. Tek, rastlantısal Varolan'dır.
Varoluş rastlantısal varlığın acısıdır.
Peki ya haz? Varoluş
rastlantısal varlığın hazzıdır. Peki ya acı? Atılmışlığın
Sancısı ve Toprak. Dünya
atılanların mekanıdır ' atılmışların. Dilin kurmaya çalıştığı
düzen atılmışlıktan kurtulma sancısıdır. Atılmış köksüzdür, kökensizdir.
Toprak, atılmışın tek koruyucusudur. Tek, rastlantıya bir rastlantı
olarak düşerken giriş ücreti ödeme düşüncesinden yoksundu. Rastlantıdan
kurtulma çabasıyla sonradan giriş ücretini ödedi ' hem de varoluşuyla.
(Girişin düşüşten farklı olduğuna daha sonra Stirner'de rastlayacağız).
Hiç'e duyduğu korku, onu Hiç'ten koparıp aldı ve varoluş-putlarının
kucağına attı. Varoluş, sığınma putu rolünü üstlendi, bununla
varoluş, Hiç'ten koptu. Dilin kurduğu düzen tam bir düzenbazlık
felsefesidir ' sığınma felsefesi. Scheler, Tek'i bu sığınmadan
kurtaracak ve özgürleştirecekti, ancak, bir metafizik oyunu olsa gerek,
Tek'in tanrılaşma sürecini tinin egemenliğine itmekle yetindi. Oysa
Tek'in sığınma'dan arınması öncelikle dil anarşisini gerektiriyor
- acilen (anarşi=hiyerarşik olmayan düşünce düzenlemesi). Stirner,
dilini hiçbir şey üzerine kurdu ' hiçbir şey üzerine kurmadı.
Stirner, meselesini Hiç'e bıraktı. Toprak,
atılmışın tek koruyucusudur. Toprağa düşen, ayakları üzerine durmayı
da öğrendi ancak gözlerini göğe dikmek onun kaçınılmaz hazzıydı.
Ömer Hayyam'ın hazzi bunu ifade ediyor. Hazzı acıyla hissediyor. Batı
düşüncesinin, felsefesinin arzuladığı can alıcı utkusunu doğu ta doğarken
öğrenmişti. Hayyam, batıyla doğunun, acıyla hazzın birleşimidir. Dil
anarşisi Tek'in kendine dönüşünü, Hiç'e dönüşünü sağlar '
sağlayabilir. TEK İnsan
dünyaya atılırken Hiç ile karşı karşıya geldi. Daha düşünmesini
öğrenmeden, mantıkla karşılaşmadan Hiç'ten uzaklaşmaya yöneldi.
Kendisini keşfetmeye koyulurken kendisinden, kendisine uzaklaşmaya başladı.
Kendi üzerine düşünmeye başlamışken kendisine yabancılaşacağını
da anladı. Anlayarak yabancılaşmaya başladı. Sonra yarattiğı düşünceler
arasına kendisini sıkıştırmaya çalıştı; bunu da başardı ama tam
değil. Düşünceler de kendisi gibi yaşayan birer cisim olmuşlardı,
cisimleşmiş ve somutlaşmışlardı. Düşünceler artık kendisi gibi
etten ve kemiktendi. İnsan düşünceler alemindeydi. Hiç'in hiççilik
kazandığı gibi insan da insandı artık.
İnsan
tindir, tin de insan. Düşünceler,
her bir düşünce insana Tek olmayı öğretti; Tek olamayacağını öğretti.
İnsanlar Tek doğduysalar da Tek var olamayacaklarını anladılar ' aslında
Tek doğmadılar: çoğulun ilk evresi, öncesi olarak doğdular. Hatta
çoğulla birlikte. Çoğul sunucudur. Tek ise alıcıdır. Tek çoğula
yabancıdır, çoğul yarattığı düşüncelere "uyum sağlamışsa
da" Tek'i bu uyuma sığdıramadı - sığdıramaz. Tek yabancıdır,
hem çoğula hem de kendisine. Varlık'a ve varoluşa. Varlık ve varoluşun
kendisi yabancılıktır - bunu Tek bilir. Aslında çoğul da bilir ama
bilmemezlikten gelir. Bilmemezlikten gelmek hoş ve tatlı bir aldatmacadır. Tek,
Tanrı değildir. Tek'in yaratıcılığı, aykırıcılığıdır. Tek,
kendine, kendi dışındakilere ve varoluşa aykırıdır. Kendi üzerine düşünebilen,
karar verebilen, kendisini seyredebilen (aynaya bakmadan kendini görebilen)
Tek, bu özellikleriyle varoluşa aykırıdır. Tek, düşünür, kendini düşünür,
düşünmeyi düşünür. Tek, Hiçlik'te düşünebilendir. Tek,
kendisidir. Tek, kendisi değildir. Tek'in aykırılığı, düşünebilmesidir.
Aykırılığı kendisidir. Tek, kendidir. Tek,
Tek'tir.
|