Bir Müstehcen Yara Üzerine

H. İbrahim Türkdoğan

image6

Deme ki:
Kayıtsız şartsız seninim! Kulun ve kölenim! Beni var etmeye ve yok etmeye muktedirsin!


De ki:
Şüphesiz, sen şehvetimin öteki adısın. İşte!

Dedim ki:
Ruhunun kapısını araladığın için sana dokunabildiğimi duyumsadım, sen de duydun mu ihtimallerin arasına sızan bu dokunuşu?
Fiziksel frekanslarımı fizik ötesine yolladım pamuk bulutlarda gezinmek arzusuyla ve ürktüğün kara bulutları çözmek adına.

Ruhsal yolculuğumda insancaları terk edip hafif parıldayan iki eş yıldızı hayallerine daldım. Evrensel bir macera benimkisi, tek boyutluluktan çoktan çıkmış ve ihtimallere yüreğini açmış biraz korkak, biraz çekingen (bu nedenle de hâlâ biraz insanca), dünyalar arasında yolculuk yapan bir şaman. Sözcüklerimse şamanın dans yansımalarıdır, mavi boşluklarda gezinen yıldızlara gülücük yollamak gibi.  

Dedin ki:
Sevgi yaşamı bütünleyen değildir; Herşeyde Herşey değildir.  

Dedim ki:
Pek dünyasalca ve pek insanca bir sevgi bu; metafiziği soluk bir duyu. Yaşamadan elde ettiğin yalnızca düşünsel boyutu olan anlamsız kazançtır bu, oysa yaşanıldığında anlamlı bir kaybedişe dönüşebilir. Ve bu kaybediş Herşeyde Herşeydir. Çünkü düşünsel sevgi en iyi ihtimal düşünsel bir sevgidir - yapaydır. Ressam (sanatçı) düşünmez, yalnızca resimler; düşüncesi duyusuna tabiidir. Duyusudur düşüncesini yönlendiren.  

Dedin ki:
Sosyolojik faktörler sevgiyi belirliyor. Topluımsal kurallar, aile etiği, ekonomik bağlılık.

Demiştim ki:
İnsan meseleleri ile üstüme varma. Ve açıklamıştım bu tümceyi metafiziksel bir dilde.  

image6

Derim ki:
Benim belirleyemeyeceğim ve üstesinden gelemeyeceğim tek şey var: O da ölümdür. Aile etiği, ekonomik bağlılık, toplumsal kurallar sevgim kapsamında değildir. Ve sevgim kutsal olmadığı gibi, dünyasal da değildir; eğer dünyayı sosyolojik ve etiksel bir yapı olarak algılıyorsan. Bundandır ihtirasa giremeyişin, bundandır ihtirasta çözülemeyişin. Sana yansıyışım içimden gelendir -ki yansıma dalgalarım sana asla Benimkiler olarak ulaşamayacaklardır; sadece bir nebze, bir soluk olarak.

"Kökenler" adı verilen bu yapay ve ayakları havada duran olgular seni senden çalar. Dünyaya tekil olarak giriş yaptığını duyumsa ve tekil olarak çıkış yapacağını. Öncesinde ve sonrasında bir bilincin varlığını ya da yokluğunu duyumsamaksızın. O zaman beni anlarsın biraz, çünkü Kendini anlamış olacaksın.

Dahası: Hiç -şimdi! Ölüm -şimdi!
Şeyleri yeniden görme ve şeylere yeniden dokunma patlayış gerektirir; ardından kendi çıkışını belirlersin, senin de bir exodusun olacaktır.  Sosyolojik kökenler hastaya verilen serumlardır, tekrar hastalanmak için verilen serumlar. İnsan, ölmek zorunda olduğu için ölmez; insan, bilincine dikte edildiği için ölür. Her düşünce nefesimizi kısıtlayan bir zorbadır, nefes alırken bizi gırtlaklayan bir azraildir. Her söyleyişte azrailin titrediği tek sözcük var: Tanrı. Azrailin öldüremediği. İşte Tek'in yapması gereken Tanrı'yı öldürmektir ve ardından Tanrıları, kökenleri, güruhu, ayak takımını. Ve bir de iç Tanrılarımız var, intihar duygusu verirler: Biri vicdandır, bir başkası kutsal olandır.

Kutsalda müstehcenlik gizlidir, açığa çıkarırsan kutsal diye birşey kalmaz. Vicdan alt-bilincin öteki adıdır fakat şöyle bir farkla: Alt-bilinç seni dışa yansıtmaya yönelirken, vicdan sana serumlarını anımsatır. Müstehcen bir toplumda yaşamaktasın, bütün bir varoluşu müstehcen olan toplum. Ahlakçılığın ancak iki yüzlülerce dışa yansıtıldığı bu toplum çirkin suratlıdır, bedeni leş kokmaktadır, ruhu Kendine ihanetin balyozuyla yerle bir edilmiştir. Devasa kan kokan bu beden kendi çocuklarını kendi elleriyle öldürebilmektedir. Bu bedenin küstah bir gençlik doğurması da beklenilen bir sonuçtur. En iyi ihtimal küstah gençliktir; arda kalan futbolcudan anarşiste kadar saplantı ürünüdür.

Vicdan dediğin o kötücül ev, ilahi metinlerin Tanrı'nın sistemi olarak lanse edildiği, vajina ve penis üzerine kurulu bir ahlakın dikte ettiği devasa bir mağaradır. Ortaçağ bir mağaradır, bilirsin. Karanlık, zifiri. Herkesin herkesi vicdansız-kafir olarak öldürdüğü. Vicdan müstehcen bir yaradır ve ben parmak basıyorum bu yaraya. Bununla yetinmeyip onu deşiyorum, kan akıntısı dinmeyen bu yaranın kökünü açığa çıkarıyorum. İnsanlığa sunabileceğim en büyük hediyemdir -Hiç'in bir süvarisi olarak. Aziz İbrahim'den bu yana fazla birşey değişmedi bu dünyada. İbrahim, Paganların somut Tanrılarını balyozladıktan sonra, kendi soyut Tanrısını tahta oturttu. Somutu soyuta taşıdı. Başka tümceyle: Sayısı çok Tanrıların yerine insan dışkısıyla altın karışımı göklerdeki tek Tanrıyı getirdi. Soyuta inanmanın değeri somut altına tapmanın değeri ile eşit ölçüdedir. Birinin değeri öte dünyada, diğerinin değeri bu dünyada geçerlidir. Bu değeri beynini cüzi miktarda kullanabilen bir zombinin dışkıladığı bir kaç düşünceyle birleştirmek tek Tanrıyı doğurdu. Bu kadar kolay. Ancak bu kolaylığı elde etmek için tüm soyut ve somut putlara sırtını dönmen gerekir. Vicdanında konuklayan biri var ya da tam ifade: Vicdanını teslim alan biri var: Tanrı.

image6

Daha somut konuşacağım.
Bildiğim kadarıyla vicdan diye bir organ yok insan türü bedeninde. Ancak tıkabasa doldurulan soyut bir çöp bidonu olarak canlandırıyorum belleğimde. Bütün artıkların, zaafların, dışkı çeşitlerinin, azizlerin, ilahilerin, azapların, işkencelerin bir arada çırpınarak ve içinde bulundukları bedeni kamçılayarak ebedi yaşayan devasa büyüklüğünde bir bidon. Somut bir örnek vereceğim: Halklar. Halklar müstehcendir, özellikle de namus-şeref-gurur-vicdan obsesyonu taşıyan halklar. Rimbaud'yu kim öldürdü, biliyor musun? Ve Lautréamont'yu? Ve Mainlaender'i? Halk. Ve halkın vicdanı.

Hiçbir halkın problemi benim problemim değildir, çünkü benim problemim hiçbir halkın problemi değildir. Her halk bunu bana her an kanıtlamaktadır. Hiçbir halkta kendime özgü birşey görememekteyim -soyu tüketilen Kızılderililer hariç.
Halkların düşünce ve duyguları bana karanlık zindanları anımsatır, Hitler'in toplanma kamplarını çağrıştırır. Halkların düşünce ve duyguları: İnsanın insanı imha ettiği bir yamyamlar diyarıdır! Hitler'in tutkusu halkından aldığı bir hastalıktan gelir; hasta olan halktır, liderler bu hastalığı sadece bir vücutta yansıtırlar, bir bedende dışavururlar. O bedeni yöneten vicdandır. Hiçbir lider "kendi başına" davranamaz, eyleme geçemez, yaşayamaz. Her lider ancak halkın hasta gücü oranında davranabilir, eyleme geçebilir, yaşayabilir. Lider bu nedenle Kendi-Olan değildir. Lider bir halkın kapsamı, toplamıdır. İki yüzlülerin, ihanetlerin, cellatların, gardiyanların toplamını temsil eden vicdanıdır.

Sana göre Stalin bir zalim olabilir oysa Stalin bir düşüncenin "zalimce" dışa yansımadır; halkın temsil ettiği düşüncenin tek bedenidir. Marilyn Monroe, Amerika halkının "güzellik", Charles Manson ise "kötülük" sembolüdür. Her ikisi de iki ayrı düşüncenin sonuçları olmakla birlikte aynı yerden enerji alırlar: Vicdandan.

İspanyalılar ve diğer Avrupalılar Kızılderilileri neden imha ettiler? Çünkü esiri oldukları bir düşünce onlara Kızılderililerin "insan" olmadıklarını dolayısıyla öldürülmelerinin meşru olduğunu, vicdanlarının rahat olması gerektiğini söylüyordu. Soyu tükenen hayvanlar da yine bu düşünceden dolayı imha edildi. İspanyalılar bugün de boğa eziyeti ve ölümünü bir şenlik olarak kutlamaktadırlar. Kızılderililer aynı şenlik eşliğinde imha edildi.

John Lennon'u öldüren kişi bir düşüncenin kendisine Lennon'ı öldürmesini emrettiğini söylemişti. Buradaki fark, bir bireyin diğer bir bireyi öldürmesinin bir otorite (tanrı/halk/devlet/ulus) tarafından meşru görülmemesidir ve bu bireyin o otorite tarafından "hasta" ya da "katil" statüsüne sahip edilmesidir. Bu kişi halkın istemini temsil etseydi, halkın istemini bu eylemle gerçekleştirmiş olsaydı, kahraman madalyası alacağının garantisi kesindi. Onüç yaşındaki bir kıza imam nikahı şenlikleri eşliğinde tecavüz eden bir halkı dindiren nedir, bilir misin? Kafasından çivilenerek uzaya fırlatılan maymunun sorumlusu kim, bilir misin? Vicdan. Maymunun gözlerine bakıp "iki gecedir ağlıyorum" diyen sen bu vicdanı sorgulayansın. O an tüm İran coğrafyasının ateşe verilmesi derin metafizik bir haz verirdi Lautréamont'ya. Kötüye kötülük ile yanıt veren her nihilist bundan haz alacaktı. Ancak yaşamaya da devam edemeyecekti; Dünya coğrafyasını ateşe verdikten sonra kendini de imha edecekti. Kötülüğe dayanamayıp yok olmak. Vicdanın sonu. Negatif nihilizm.

Kürtler. Of! Sıradan bir baş ağrısı. Gündelik belalardan biri. Gelenek dedikleri akıl mağaralarında kültürel intihar yaşayan kimlik savaşçıları. Fanatizmin doruk noktası. Kolektif alt-bilincin topyekûn işleyişi; toplu intihar tek çözümdür ve bunu kısmen yaşamaktadırlar. İntiharın bulaşıcı olduğuna Kürtlerde rastlamaktayız post-modern dünyada ve günün modası olarak da Müslümanlarda. Bu intihar modelinde ikinci gruptakilere gangster ahlakı hakimdir.

Nevruz şenlikleri kolektif nevrozun meşru halidir. Daha doğrusu: Nevruz nevrozunu legal yaşamaya çalışan bu halk eksiksiz siyasal müstehcendir. Kötü bir ironi: Nevrozun yasallaşması için "ölüm-kalım" kavgası veren bir halkın hastalık derecesini düşünemiyorum, gücüm yetmiyor. Pes doğrusu. Fanatizmin zaferi. Yaşasın nevroz!

Bir Kürt, Kürt doğar, Kürt yaşar ve Kürt ölür. Bir Yahudi gibi. Bir kez Yahudi isen, tüm zamanlar için Yahudisindir. Öte dünyada bile. Kaderin önceden belirlenmiştir. Demek ki: Bir Yahudi bir saplantı olarak dünyaya doğar. Yahudi bu dünyada Yahudi olarak yaşamaya mahkumdur. Kürtlerden, Türklerden ve diğer saplantılı kardeşlerden daha farklı birşey bekleyemeyiz.

"Stirner vicdansızdır" demiştim, çünkü çöp yığını taşıyıcısı olmadı asla; Stirner sadedir, yalındır. Negatif bir nihilizm Stirner'de sadece bir geçici araçtır. Stirner, kendi içindeki Tanrıları öldürebilen tek ve Biricik filozoftur. Onun negativizmi kendi içindeki saplantılara yöneliktir. Onları imha eden Kendini yaratır: Stirner -işte! Mauthner adına "nezih" demişti. Ben adına "yalın" diyorum.
İyi'nin ve Kötü'nün ötesinde bir mekan, bir yer: Hiç -işte!

Ben bir paryayım, bir disident. Hiç'ini varsıllaştıran ve yeniden yok eden, hiçleştiren, hiçleyen bir parya.

Dedim -işte!

Sıra Sende.

image6

 

yukarı E- Mail Ana Sayfa