Hiç'i Düşünürken

H. İbrahim Türkdoğan


 
 



 Hiç / Kitap

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 


 

 

 

 

 

 



1) Giriş

İnsan varoluş putlarını ardında bıraktığı an Tek’in seyrine başlar. O andan itibaren dünyaya atılmışlığını, köksüzlüğünü, şekilsizliğini, adsızlığını anlar. Bu bilinçle hareket eden Tek’in yaşamı, sahici nitelik kazanır. Sahicilikte Tek, Hiç ve Hiç’ten kopan Varlık’la yüzleşir. Hiç’i ve Varlık’ı bir arada duyumsar ve kavrar. Burada duyacağı kaygı yaşamında daima var olacaktır. Kaygı, kriz ve bulantı gelip geçeci değil, süreklidir; olmadığı an ve dönemler de mevcuttur. Bulantı insana sahi bir yaşamın olduğunu öğretir. Tek, buradan yola çıkarak yaşamsal sorumluluk duyar ve yaşamı düzenleyerek karmaşadan kurtarır. Neticede kendisiyle birlikte tüm varolanları bu bilinçle adlandırır. Sahi olan içinden geldiği Hiç'e geri dönerek yaşamı yeniden kurar. Buradaki yapıcılık yıkıcılığın karşıtı değil; ikisi iç içedir. İyi ve Kötünün ötesinde yaşam böyle inşa edilebilir ancak.


2) Biricik ve Man

Genelin acısı bir düşünce acısıdır; bir hayaletin acısı. Genel, aynı zamanda “sıradan insan”dır. Sıradanlık Man’ın en açık ifadesidir. Sıralar halinde yürüyen ve düşüncelerin egemenliğindeki Genel, Ben’le örtüşmez. Sahi olan, içindeki Genel öldürünce doğar. Genelin ölümü sahi olanın doğuşudur.

Biricik, Man’ın karşıtıdır. Biricik, Hiç’e dönen ve Hiç ile yaratandır. Tek, ancak biricikliğinde yaratıcı Hiç'ine geri döner. Genel, Ben’in biriciklik duygusunu kırmaya, zayıflatmaya yönelir, çünkü Genel, biriciklik düşüncesi karşısında korkuya kapılır ve o an korku bir düşman imgesine dönüşür. Bu durumda Genel, düşünceden düşünceye savrulur; birinin egemenliğinden çıkıp bir diğerininkine sürüklenir. Oysa kendi meselemi kendim üstlenir ve biricikliğim üzerine kurarsam, o zaman meselem geçici ve ölümlü bir yaratıcının meselesidir. Dolayısıyla söyleyebileceğim tek şey vardır ki, o da ancak şu sözcüklerde ifade bulabilir: “Meselemi Hiç’e bıraktım.” Meselesini Hiç’e bırakan kişi, bir akıntı olan zaman içinde Hiç ile Varlık’ın kesiştiği noktada vukuu bulan boş alanın sahibidir.


3. “Varoluşçu Zangoç”un Izdırabı (Heidegger)

Man sadece toplumsalda var olabilendir, toplum onun nasıl yaşaması gerektiğini önceden belirler. Bu yaşam, Genelin mekânıdır. Buna dolayısıyla “genel mekan” ya da “genel alan” diyebiliriz. Man aynı zamanda belirli olandır; toplumun simgesidir, toplumun kendisidir. O, bir genel alan iken, aynı zamanda bir “onlar alanı”dır.

Tek, Varlık’ın dayanılmaz ağırlığı altında Hamlet-sorusunu kasvetler içinde soracak: Neden Hiç yok da bir şey var? Tek’in asıl sorusu –bu. Bu soruya korku, tasa ve can sıkıntısı eşlik ediyor. Tek’e sonsuz bir uçurum duygusu veren Hiç-sorusu, iç sıkıntısının dışa vurumudur. İç sıkıntısı Tek’e daima eşlik eder.

Issız, terk edilmiş ve tenha bir yerde olmanın duygusunu kim bilmez. Modern çağda korku filmleri izleyenler bu duyguyu daha iyi anlar. Tüm evren tenha ve karanlıklarla çevrilidir, Tek’in attığı her adım uçurumla sonuçlanabilir. Ama Man kendini işte bu Hiç’e bırakırsa, çok şey kazanabilir: aldatmacalardan sıyrılmanın, tanrılardan arınmanın yolu Hiç’te olabilmektir. Varlık’a erişmek için bu kasvet göze alınmaya değer. Varlık’ın gizine erişmenin tenhalı, kasvetli yolu Tek’in kendisidir. Yaşam Tek’e iki olanak sunar: aslolan ve tersi. Varoluş böylelikle belirlenmiş olarak karşımıza çıkar. Dünya-içinde-olmak bu iki seçenekle sınırlıdır.

4) İle

Hiç, korku üzerinden açığa çıkar. HBu da Varlık’a ulaşmanın yoludur. Korkuyla açığa çıkan Hiç, Tek’in Varlık’ıdır. Tek, Hiç’te ölümle yüzleşir. Ve ölüm bilinciyle yaşama anlam yükler. Ölüm, yaşamın tek anlamıdır. Ölümsüz yaşam anlamsızdır. Ölüm, yaşamı var eder, Hiç’in, Varlık’ı var ettiği gibi. Ölüm ve yaşam iç içedir, Hiç ile Varlık’ın iç içe olduğu gibi. Ölüm kendi başına yok, Varlık kendi başına yok. Ölüm yaşamı var edense, onu düzenleyendir de. Varlık’ı düzenleyense Hiç’tir. Varlık kendi başına saçmalıktır. Ölüm bu saçmalığın yokluğudur. Var olmak, aynı zamanda birlikte-var-olmak’tır. Biricik ile Biricik. İle’siz Varlık Man’ın Varlık’tan kopuşuna benzer. İle, Biricik’in dünyayı ötekilerle paylaşmasıdır: Her Biricik bir diğeriyle ancak birlikte var olandır. Bu paylaşma eşit değildir. Çünkü her Biricik Kendidir. Kendi-olan, “onlar alanına” girmez. Eşitlik, eşitsizlik egemenliği gibi dayanılmaz ve çekilmez bir zorbadır. Varoluş korkuda kendi başına ve yalın olmakla birlikte Man’ın tahakkümünden kurtulur. Bu da Tek’in Kendi olmasını sağlar.


5) Dünyaya Giriş Ücretsizdir.

Dünyaya giriş dünyadan çıkışı haber eder. Başlangıç, sonun habercisidir. Hiç, hem başlangıç hem sondur, ikisini birbirine bağlayansa varoluştur. Varoluşun putları Varlık’ın örtüsüdür. Man örtüdür. Dünyaya giriş ücretsizdir. Çünkü Varlık'tır. Hiç’in ücreti yoktur. Hiç ücretsizdir. Hiç’in ücreti hiçtir. Hiç, kendinin nedenidir, –aslolandır. Ücret, var olmanın bedelidir, –Varlık’ın değil. Bedel kendi karşılığını aramaktır. Bedel kendi eşini bulma çabasıdır. Var olmanın dayanılmazlığı kendi eşini bulamayışıdır. Bu acı onun bedelidir –işte.


6) (Sartre)

Varoluş bulaşıcıdır, her Tek’in kaptığı bulaşıcı bir hastalık, –salgın. Pekmez gibi yapışkan, estetiksel değeri sıfır, yapıştımı bir kez bırakması olanaksızdır, ölüme kadar beden, tin ve ruh onunla iç içedir. Tek’in ayrılmazığı. Köşe bucak varoluştan ibaret, her şey var, her yer varoluşla kaplı. Gına! Ey varoluş! Nesin, kimsin sen? Ne istersin, ne ararsın? Sensiz olunmuyor, çek git. Bırak yakamı. Çek git, başımın belası! Var git, Varlık’ın bulantısı. Sağım solum varoluş, önüm arkam varoluş, içim dışım varoluş. Yok mu senden kurtuluş? Her şey seninle yoğrulmuş, hayatın hamuru, çek git! Ey saçma, nereden de musallat oldun! Niye varsın, niye Hiç yok da sen varsın? Niye Hiç değil de, bir şey var? Ey rastlantı, en büyük abuk sabuk sensin; saçmalığın kökeni sen, ne diye varsın? Ey boşluk, her şeyi yutmakla doyamayacak kadar bir ejderhasın sen, evren senin boşluğunu dolduramayacak kadar küçük. Boşluğun ve doyumsuzluğun tek ilkesi sensin. Ey bulantı, yakaladın yine beni, her zamanki gibi boğacak kadar çöktün yine gırtlağıma. Her edimde sen varsın. Sokakta, kafede, yatağımda, yazarken... Daha dün seviştiğim kişiyle aramıza sen girdin. Dokunduğum et senin kokunu taşıyordu, çıplak bedenime çamur gibi oturdun ve her zamanki gibi yine seninle birlikte hayvanlaştım. Seni en çok sevişirken duyumsuyorum, kaçınılması mümkün olmayan en büyük bulantı işte o an. Senin varlığın anlık değil, ebedi. Şu taş, şu toprak, şu ağaç, şu kağıt senin eserin. Senin ifade edilemeyişin köklü bir acı. Sen sözcüklerin ötesindesin, nedenin ve (sağlam) bir temelin yok senin. Biliyorum: senin dünyan sözcüklerin dünyası değil. Saçma olduğun kadar adsızsın. Bunu anladığımda başım dönüyor, midem bulanıyor ve tekrarlıyorum: her seviştiğimde bu bulantı tinimi, bedenimi ve ruhumu aşıyor. Âşkın birlikte hayvanlaşmak olduğunu ve bundan daha farklı bir şey olamayacağını o an duyumsuyorum –işte. Çamurda didişen domuzlar gibi seninle yoğruluyorum. Saçma olduğun kadar da bir rastlantısın sen, benim gibi milyonlarca zavallı karıncayla birlikte atıldın evrenin boşluğuna; boşluk senin bir diğer adın. Seni rastlantı savıyla doldurmaya çalışıyorum; oysa sen tam bir vakumsun. Dedim ya! Ve sen sözcüklere sığmayacak kadar da mükemmelsin, mükemmel bir boşluk ve boşunasın. Evren varolanlar kalabalığıdır. Başım dönüyor. Varlık’ın ücreti bulantıdır –işte.


7) (Stirner)

Dünyaya gelmek bir şans meselesidir, bu şans herkesin yüzüne gülmez. Çok çekici, büyüleyici, kazanmadan elde edilen bu şans neredeyse hoş bir mucize kadar caziptir. Bu şans benim mülkiyetimdir. “Hiçbir şey benden üstün değildir”, çünkü her şey benim mülkiyetimdir. En az şu kağıt kadar yer ve gök de benim olandır. Şu kadın, şu erkek, herkes benim hazzımın nesnesidir. Ne yazik ki tüm hazlar gibi her şey geçicidir. Mülkiyetimde olmayan tek şey ölümdür. Bir boşluk olan şu evreni ancak kendimle doldururum, çünkü “Ben Hiç’im” derken boş olduğumu asla söylemedim –bunda ısrarlıyım. Benim Hiç’im gözle görünen, elle tutulan bir Varlık’tır. Üstelik kırıcı olan bu Hiç, vakumu dolduracak kadar da yapıcıdır. Dünya benim dünyamdır, gerisi yalan. Hiçbir amacım yok benim, neredeyse bir bitki kadar yalın ve yaşam doluyum. Ancak benim bir mülkiyet düşkünü oldugumu sanmayın –bunu da ısrarla söylüyorum. Her düşkünlük beni tiksindirir. Meselemi Hiç’e bıraktığım için, hiçbir tutku umurumda değil. Ben tutkuların kölesi değil, efendisiyim. Beni var eden benim, çünkü benim nedenim benim. Kimse benden sorumlu değil ve kimseden de ben sorumlu değilim. Bununla özgür olduğumu söylemiyorum, özgürlük kölelerin bir arzu ve tutkusudur, ben özgürlüğün nesnesi olacak kadar nesneci değilim. Özgürlük benimle birlikte doğdu ama ben başkaları gibi özgür olmaya mahkûm değilim. Ben özgürlükten de arındım. Ben Biricik’im.


8) Değil


Mir geht nichts über Mich!

Hiçbir şey beni aşacak yücelikte değildir!

Hiçbir şey, önünde, kendimi alçaltmamı gerektirecek bir yücelikte değildir!

Beni hiçbir şey aşamaz!

Hiçbir şey özgünlüğümü aşamaz!

Hiçbir şey benden üstün değildir!



8.1) Değil Nedir?


Değil’in bir şey olduğu ve olmadığı yargılama edimiyle bilinir. Değil her zaman yargıyla bilinendir. Her zaman yargıyla bilinen Değil, sadece bir olumsuzluk belirtisidir. Değil, Hiç öncesi değil, sonrasıdır. Hiç, Değil sonrası değil, öncesidir. Hiç ilkseldir, aslolandır. Değil, Hiç’i yargılayabilir sadece. Hiç yok demek gibi; Hiç yok olandır gibi. Hiç varolan değildir gibi. “Hiçbir şey benden üstün değildir” tümcesi bir yargı sözüdür. Oysa “Meselemi Hiç’e bıraktım” tümcesi Hiç’e akar. Hiç önceldir, en önce olandır. Hiç var.

Dilde olmayan, dil ötesi Hiç, yargılamaz –yargılanamaz. Yargı dilde vardır. Hiçbir şey Hiç’i ifade edemez, çünkü Hiç hiçtir. Hiç, değiller. Değilleyen Hiç’tir. Değilleyen Hiç, değiller. Hiç’i ancak Hiç ifade eder. Hiç, ifade edilebilen değildir; Hiç, ifade edilemeyendir. Hiç, hiçtir. Hiç hiçtir.


9) Hiç

Tek’in ruh halini ifade edebilecek bir özellik var. Bu özelliğin adı var: Hiç. Tek, inlerken, iç sıkıntısı yaşarken, gönül darlığında kavrulurken, heves içinde ve heves dışında yoğrulurken, neşeden ve neşesizlikten kudururken, kasvet ve melâl içinde kıvranırken hep Hiç var. Hiç her yerde var, Hiç’siz bir var’dan söz edemeyiz. Hiç, olandır. Hiç, Tek’in ruhunun dışa yansıma biçimidir. Hiç, insan ruhunun kapsamıdır, Tek’in ruh hâlinin adıdır. İki dev kayayı birbirine bağlayan asırlık bir tahta köprüden uçurumu görmek Hiç’i duymaktır –işte. Ve Hiç bu duyguyu yaşatandır; Hiç, bu duygudur.

Hiç, şehvetimin adıdır, libidomun öteki adı. Acının doruğunda hiçleşen Ben’in inlemesidir Hiç. Kıvamını bulma efkârına kapıldığımda Hiç’i görürüm; O, neşemle acımın kesiştiği noktadır. Hiç, realiteyi kucakladığı gibi, rüyaların da sorumlusudur. Tek’in rüyadaki ruh hâli Hiç’in sahi ruh hâlidir. Hiç, sanal realiteyle banal realitenin uzlaşımıdır aynı zamanda. Hiç, evrendir, çünkü aslolan hissiyat odur. Gönül darlığından gönül ferahlığına kadar her duygu, Hiç’in bazen hafif bazen sert esen rüzgârıyla çalkalanan ölüm dürtüsünün habercisidir.

Bu yazının ilk kez yayımlandığı yer: Davetsiz Misafir, Sayı 3, Sonbahar 2003.

yukarı Ana Sayfa