|
Tabula Rasa H. İbrahim
Türkdoğan Açılış:
Sıfır felsefe. 'Hiçbir çıkış noktam yok', demek isterdim ancak bu sözcükleri düşünen ve
yazan biri var; demek ki çıkış noktam benim, Kendim. Öyleyse kendimden başka
hiçbir çıkış noktam yok. Ve her başlangıçta söze kendimle başladığım gibi dönüp
dolaşıp yine kendimle bitireceğim sözü. Başlangıç ve son arasındakiler ise
oluşlar olacaktır, kendi oluşlarım, kendimi giysilere giydirişlerim, kendimi
adlandırışlarım, kendimi kendimden kopartarak uzaklara fırlatıp ve bir süre
uzağı seyretmek, uzağı yaşamak –uzaktaki kendimi. 'Sayfayı kirletmemeye çalışacağım', demek isterdim ancak her sözcük yapısı
gereği kirden beslenir. "Başlangıçta söz vardı." Bunun çevirisi
şudur: Söz başlangıcın kirletilmişliğidir. Düşünmek kaybolan masumiyetimdir,
öyleyse. Ve öyleyse düşünmek hüznümdür. Süreli ve tekrarlamalı; aralıklı ve
kendini tekrarlayan. Aralıklarda sükûnet olurum. Issız ve tenha. Karanlık. Ve
Hiç. Ve yavaş yavaş duyumsatır kendini, gelir yine ve giysim olur. Karalara
giyindirir beni –kaybettiğim beyazın matemidir bu. Çekici ve ölümcül bir
kadındır: Melankolia. Kişisel hüznümün evrensel adı. 'Hüznü ve neşeyi terkettim', demek isterdim ancak melankoliyle her
eşleşmem ve ardından ondan her kopuşum bir yanılsama olarak beynime çarpıyor.
Sürekli tekrarlanmaktayım, sürekli tekrarlanıyorum. Bir ourobouros örneğindeki
gibi kuyruğumu ağzıma alır ve yeniden başa dönerim ve her başlangıçta bir
tabula rasa yaşarım. Henüz Ben olmayan, iç ve dış dünyayı ayırd etmeden yaşayan
ve cinsiyet giysisi taşımayan bir bebek örneği. Ben demeye başladığımda masumiyeti
ezerek dış dünyaya atılırım ve bir daha asla dönemem kendime. Her 'dönüş'
sandığım nokta yitirdiğimin gölgesidir, yalnızca bir karartı. Her uyanışımda
insanın dehşetini görmekteyim ve dehşete düşmekteyim. Çaresizce kuyruğumu
kemirerek kendimi tüketmeye başlarım. Her tükenişim bir başlangıcı müjdeler:
Hüznün müjdesi. Her sadeliğim, her yalın halim dehşete dalacağımı müjdeler.
Sûkunet olduğum anlar birer kırılmadır; o anlarda bir huzur dalgası yakalar
içimi, mutlu olmayı tadarım. 'Yalnız değilim', demek isterdim ancak yalnız-oluşu kozmosun bir ilkesi
olarak düşünmekteyim ve ancak an'larda yalnız değilim, bu da kaosun bir
enerjisidir diye düşünmekteyim. Şöyle de demek olanaklı: Ben yalnız doğar ve
yalnız ölür; yalnız da yaşar. Oluş-kalabalığında hallere girer, hallerde
ikileşir, üçleşir, beşleşir. Haller yalnız-oluşu unutturabilir –geçici olarak.
Yalnız olduğunu ebedi unutan gerçek aptaldır. 'Dekanden-olmayan bir yaşam olacaktır', demek isterdim ancak yalan söylemiş
olurdum. İnsanlık dekandendir, insanlık hastalıktır, çöküştür,
yıkılmadır; insanlık çöküşün daima tekrarıdır, insanlık etleri dökülmüş
iskelettir; bir Üstinsan olarak imgelerimdeki yaşama evet deyip harekete geçsem
de, bir Biricik olarak iskeletler üzerinde ölüm dansına dalmaktan başka şansım
yok. Ve bedenime dökülen varlığın zehirli şarabı benim de etlerimi
iskeletleştirmekten başka bir sihir içermemektedir. İnsan, kanı zehirli ve eti
bitli bir ölü düşüncedir! Israrla söylemeliyim: İnsanın ürettiği her bir
düşünce kan emici çirkin bir bitten başka bir şey değildir. İnsan kemirgendir,
kendi düşünceleriyle bilemiş azı dişlerini göstererek kendi kemiklerini
öldüresiye kemireceğini müjdeleyen bir devasa bittir. Bu, insanın en zeki
versiyonudur. ‘Düşünmek bana teselli veriyor’, demek isterdim fakat her
düşünce, içinde bir tuzak sakladığını pek yakından öğretti bana; ardını
seyretmek için kemirmeye yeltendiğim her birinin beni içten içe kemirdiğine şen-hüzünlü
gülümsemelerimle tanık oldum. En görkemli olanları, en büyüleyici olanları
birer karabasan olarak çökerler gırtlağına ve rengârenk giysiler örterler teselli
aramaktan yorulan yalın tenine; her biri kendi içinde cehennem besleyen bir cennet
suratlıdır, ütopya vaat eden bir anti-ütopyadır. ‘Hakikat vardır’, demek isterdim fakat bu, söylediğim
yalanlar hiyerarşisinde en tepede olurdu. Varlık –bireyi meşgul eden temel
sorudur, Hiç –meşguliyeti sorgulayan temel bilinmeyendir, varoluş bu iki
kemirgen arasında bocalayan bireyin temel sorunudur. Ve: böyle kalacaktır –hep. Bu yazının yayımlandığı yer: Düşünbil/Libido /
Bilim ve Düşün Dergisi / Sayı: 44 / Kasım - Aralık 2014
|